Yorgos Lanthimos’un Oscar adayı filmi Zavallılar (Poor Things), sosyal medyada gördükçe hem eğlendiğim hem şaşırdığım yorumlara sebep oldu. Ben filmi çok beğenenlerdenim. Her bir mesajı, kostümü, dekoru, oyuncuların inanılmaz performansı beni filme hayran bıraktı. Diğer yandan sosyal medyada (kusura bakmayın ama) genelde (fark etmeseler de) ataerkil eğilimli insanların (kadınlar da dahil) filmi ahlaksız, rahatsız edici bulduklarına dair haykırışlarını okudum. Önce şaşırdım, sonra eğlendim. Toplumun sizi kontrol etmek için yarattığı kurallara ne kadar bağlısınız da bu kurallar sarsılıyor diye panik içinde haykırıyorsunuz? Kadın özgürlüğü sadece usturuplu ve ön görülen kurallar çerçevesinde anlatıldığında mı sizin için özgürlük kalıbına uyuyor? Kalıpları sanat yıkmayacaksa kim, ne yıkacak?
Kadın cinselliğini açık açık konuşmak bazılarının sınırlarını zorluyor belli ki. Çok iyi, bayılırım… 14 Şubat haftasında zorlananlara, “kadınlar çiçektir” diyenlere benden çiçeklerle özdeşleştirilmiş orgazm sahneleri o halde. Kadınlar çiçek açıyor bu ay Paris’te. Dünyanın önde gelen galerilerinden White Cube, Paris’teki galerisinde Alman sanatçı Anselm Kiefer’in kadın hazzını patlamalar, çiçek açmalar, acayip yüz ifadeleri, boya sıçramaları ile ele aldığı For Jean-Noël Vuarnet (Jean-Noël Vuarnet İçin) sergisi ile önümüze seriyor. Kendini bir Mart sabahı 51 yaşındayken Paris’te bir pencereden atıveren filozof ve yazar Jean-Noël Vuarnet, uzun bir dönem kadınların Hıristiyanlıktaki mistisizmi ve özellikle de dinsel mest olma hali üzerine düşünüp yazmış. Bugün Avrupa’nın müzelerinde yer alan boy boy dini resimleri düşünürseniz, bu resimlerde hep hafif bir erotizm olduğunu fark edeceksiniz. Vuarnet, dini sahneler tasvir eden ressamların, şairlerin hayal güçlerinden ortaya çıkan; azizlerin, kutsal insanların coşkuyla mest olma hali ile ilgili Extases Féminines (İngilizce’ye “ecstasy” olarak çevirilen kelimenin tam Türkçe karşılığı zevkten mest olma anlamına geliyor. Bu notu düşüp kısaca Kadınsı Coşku olarak çeviriyorum.) diye bir kitap yazmış. Anselm Kiefer’den bu kitaptan yola çıkarak suluboya çalışmalar üzerinden yazar ile yaratıcı bir diyalog kurmaya çalışmış. Kiefer’in çalışmaları, görsel diyaloğun yanısıra, resimlerde din, edebiyat ve mitolojiye yaptığı gönderilerle filozofla entelektüel bir diyalog da kurmuş.

Bugün dünyanın en ünlü müzelerinde eserleri olan Anselm Kiefer, savaş, iklim değişikliği gibi konuları ele alan daha anıtsal ve daha sert hissiyatlı işleriyle tanınıyor. Bu sergi, sanatçının 40 yılı aşkın sanat hayatı süresince sadece suluboyalarına odaklanan ilk sergisi. Sanki sanatçının ruhuna, duygusal dünyasına, romantizmine açılan, daha önce hiç fark etmediğimiz yepyeni bir kapı gibi. Özellikle bu sergideli çalışmaların suluboya olması ile ilgili benim en sevdiğim detay, konunun da “çıplaklığı” ve doğallığı ile bağdaşması oldu. Kiefer, suluboya ile kat kat çalışmayacağınızı söylüyor, “bir kat çalışırsınız ve o kadar”… Sanatçı için suluboyanın en güzel tarafı, şaşırma ihtimaliymiş: “Her zaman şaşırma ihtimaliniz var. Bu yüzden şaşırmak için çalışıyorum. Beni motive eden tek şey bu, yoksa neden?” Kağıda bir boya değdirdin ve ortaya şaşkınlık verici birşey çıktı. Üzerini, kapatamazsın, değiştiremezsin, o orada, bir anda hoş bir leke oluverdi. Bedenine birşey değdi ve artık olanlar oldu; anlık bir his ve renk geldi. Üzerini kapatamazsın, değiştiremezsin. Anselm Kiefer, bu serideki her resmiyle bir anıyı, bir hatırayı, bazen aşkın, bazen bağımsızlığın bir parçasını yakalıyor ve tam da anı resmetmeye çalışıyor. Her bir benzersiz anı, ayrı bir çiçekle eşleştirilerek size bir keyif bahçesi sunuluyor.

Kiefer’in kadınları, erkek bakışının (male gaze) dışında, kendi dünyalarındalar. Başkalarıyla ilgilenmiyorlar. Bu yüzden bu sergiyi Zavallılar filmi ile de özdeşleştirdim. Kadın cinselliği, illaki erkeklerin izlemesi için var olan birşey değil; deneyime açık, kutlanabilecek, konuşulabilecek, düşünüldükçe özgürleşilebilecek bir “olma hali”. Kiefer’in çizdiği kadınlar, cinsel ilişki sırasında, ilişki sonrası, sanki üzerlerinde bir koku, buğu varmış gibi galerinin duvarlarını kaplıyorlar. Kimi Gustave Courbet’nin Dünyanın Kökeni resmine (bu resmin hikayesi için Enis Batur’un zamanında yasaklanan muazzam kitabı Elma’yı şiddetle öneririm,) selam veriyor, kimi Oskar Kokoschka’ya, kimi Boticelli’nin Venüs’üne, kimileri de mitolojik karakterler Danae ve Daphne’ye. Hepsinin bir hikayesi, hepsinin bir diyeceği, hepsinin kendine has güzel bir özgürlük, pervasızlık çiçeği var. Bağırıyor, sıçrıyor, dağılıyor ve toplamıyorlar. Öylece, o anda kalıyor. Hatırlanası…
Yazıyı sergi metnini yazan sanatçı ve yazar Liz Rideal’in harika betimlemesini biraz uyarlayarak bitiriyorum: “Kiefer’in suluboya resimleri, kişisel tatmin ile gündelik hayattan kaçma olasığını bize göstererek keyiflendiriyor Bu resimler, kendi kontrol edilemez doğasıyla bilinen bir teknikle (suluboya) yaratılan çalkantılı görseller. Bu bir Kadınsı Coşku’nun kutlaması: Güller açıyor…” Kadın cinselliğinden korkmayın. Güller açıyor.
Bu yazı 17 Şubat 2024’te Gazete Duvar’da yayınlanmıştır: https://www.gazeteduvar.com.tr/guller-aciyor-kutlayalim-makale-1669961

Yorum bırakın