“Siz bu sergiden ayrılırken müzeden müzik ve siren sesi, barut ve çiçek kokusu yükselecek. Davetli olduğumuz, kılıktan kılığa gireceğimiz bir karnaval bu.”
“Sanat gerçekten bir şeyleri değiştirebilir mi bilmiyorum ama en azından bir kişinin zihninde bir değişiklik yaratabilir. Tabii gerçekçi olmak gerekirse zihni değişmesi gerekenler muhtemelen sanatla ilişki kurmuyor,” diyor Pera Müzesi’nde Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans-Arkadaşı Raymond Pettibon’dan küçük bir yardımla sergisi son haftasına giren Marcel Dzama.
“Dünyayı kötülük yapanlar değil, onları hiçbir şey yapmadan izleyenler tahrip edecek”
“Palyaçonun işi bitince bırakın kadınlar yönetsin”
“Bütün gençlik dans etmek için dışarı çıkar, kimse bizi durduramaz”
“Birlikte yürüyelim o zaman korkusuzca, geçen yıl kaybettiğimiz hayaller ve umutlar adına”
“Annem iyi ki savaştı, keşke bir de kazansaydı”
Bunlar, Dzama’nın eserlerinin isimlerinden bazıları. Konuyu anlıyorsunuz… Pera Müzesi’nde küratörlüğünü Alistair Hicks’in üstlendiği sergi, Dzama’nın estetik, politika ve etiği bir araya getirdiği sanat pratiğini güçlü bir biçimde ortaya koyuyor. Dijitali reddeden, halen keskin çizimleri ile David Zwirner gibi dünyanın en iddialı galerilerden (ki orada da New York sergisi devam ediyor) birinin temsiliyetinde olan sanatçının dili de çizimleri, renkleri gibi keskin. Örneğin; The New York Times’ın COVID’den ölen insanların bir listesini yayınladığı gün golf oynamaya giden Trump’ı, bu listenin üzerinde golf oynarken çiziyor ve aynı gün yayınlıyor. Dzama, kötü yönetimler, çevresel yıkım ve savaşların yol açtığı felaketler gibi bugün bizzat canımızı yakan çağdaş krizleri ele alıyor eserlerinde. Resimlerde, videolarda “tanıdık diktatörler” olduğu gibi, otoriteyi tehdit eden kadınlar ve gençler ve daha çok resimlere sürrealist bir anlatı kazandıran yarasalar, ayılar, ağaçlar, hayalet tavşanlar, akrabatlar, maskeli karakterler anlatıyor hikayeleri. Bunların hepsi, Kanada’da izole bir yer olan Winnipeg kentinde büyüyen sanatçının hayatında karşılaştığı, aklında kalan karakterler. Hayalet tavşanlar, ailesinin evinde çıkan yangında ölen evcil tavşanından; ayılar çocukluğunda ormanda karşılaştığı ayılardan; maskeler, büyük annesinin ona çocukken bir tane folklorik maske hediye etmesiyle başlayan sanatçının geniş maske koleksiyonundan alınan referanslar.


Peki kimlere hikayeler anlatıyor bu karakterler bu yer yer sirk gibi, yer yer savaş alanı gibi olan sahnelerde? Sergi dört grubu hedef alıyor: diktatörleri, savaş çığırtkanlarını, yerküremizi yağmalayanları ve aslında çok daha büyük olan dördüncü grubu, onların yaptıklarına izin veren bizleri… Marcel Dzama, bu sergi ile bizi ay ışığında dansa davet ederken diğer yandan (her zaman erkek olan) dünyaya verdikleri zararı umursamayan kişi ve grupların yönetimine razı gelişimizin gözlerimize çektiği perdeyi indirmek istiyor. Bu dans, kötülükler içinde bir uyanış, başkaldırıya bir çağrı.
“Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanında tarafsız kalanlara ayrılmıştır”
…lafını alıntılamış Dzama bir kitabında. Marcel Dzama, Dante’nin yanısıra Joan Baez, Nirvana grubu, Goya, Duchamp, Picabia ve daha bir çok sanatçıdan etkileniyor. Dzama verdiği bir röportajda, Goya’nın ilk etkisini Irak Savaşı sırasında hissettiğini anlatmış. Özellikle mahkumlara yapılan işkenceler ile ilgili haberleri izlerken savaşın getirdiği felaketi bir referans noktası olarak almaya karar vermiş. İtalya ve Suriye kökenli bir fırıncının oğlu, dedesi Stalin terörü sebebiyle Ukrayna’dan kaçıp gelmiş bir Kanadalı olarak sanatçının savaşın şiddetine yoğunlaşması, savaşı bu denli hissedebilmesi tesadüf değil.
İzlediği sinir bozucu politik haberleri resmetmeyi bir şeytan çıkarma ayinine benzeten Dzama’nın enerjisinin temelinin savaşa, savaşın nedenlerine ya da savaşın tetikleyicileri olan diktatör ve teröristlere karşı olduğunu belirtiyor küratör Alistair Hicks. Evet, Dzama tarihsel figürlere ve özellikle ABD politikasına özellikle yoğunlaşıyor ama, sanatçının eserlerine baktığınızda dünyanın neresinden olursanız olun sizin, ülkenizin de aynı çukurda olduğunu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Dzama, sizi politik bir sirke davet edip hem düşündürüyor hem de tüm dünyanın insanları olarak aptal gibi eli kolu bağlı oturmamızla dalga geçiyor gibi…

Son dönemlerde aynı bir çemberin içinde koşturan fareler gibi, arkadaşlarımla aynı konuları konuşup aynı soruları soruyoruz birbirimize: “Ne olacak? Herşey düzelecek mi? En azından bazı şeylerin düzelme şansı var mı? Tünelin sonundaki ışığı görmeyi çok istiyorum; nereye bakmalıyım? Bunun yolu ne?” Geçen gün bir arkadaşım, artık düzelmeye dair bir umudunun kalmadığını söyledi. Üzüldüm… Marcel Dzama, sergisinde Camus’nün “Özgür olmayan bir dünyayla başa çıkmanın tek yolu, varlığınızın kendisi bir başkaldırı haline gelene dek özgürleşmektir,” sözüne dair yorumlarını sergiliyor. Üzülen bir silkelenir… Bu yaşananları sadece şu an değil, tarih boyunca da başkalarının da yaşadığını, başa çıkmanın bir yolu olduğunu, içimizdeki özgürlük hissiyatını, umudunu kaybetmemiz gerektiğini Dzama’nın kara mizahı ile hatırlıyorsunuz.
Ne güzel ki bu dönemde Pera Müzesi bizlere MoMA, Tate ve Guggenheim gibi kurumların kalıcı koleksiyonlarında yer alan, aynı dönemde New York’ta sergisi olan bir sanatçıyı bizlerle buluşturmuş. Bir de sergi metinlerinin çevirilerine daha çok özen gösterseler harika olurmuş.
Marcel Dzama’nın “Ay Işığıyla Dans sergisi”, 17 Ağustos 2025’e kadar Pera Müzesi’nde görülebilir.

Yorum bırakın