Yabancılar Her Yerde… Bu sene 60. kez düzenlenen Venedik Bienali’nin konusu, herkesin konuştuğu, kafa yorduğu bir konu bu dönemde. Savaşlar, göçler, felaketler, muhafazakarlaşan toplumlar ve bu ve bunun gibi sebeplerden yer değiştiren insanlar dünyanın gündeminde. Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi’nin küratörlüğünü ilk üstlenen Latin Amerikalı olan Adriano Pedrosa, Foreigners Everywhere – Yabancılar Her Yerde başlığının iki anlamı olduğunu açıklıyor: Nereye giderseniz gidin ve nerede olursanız olun her zaman yabancılarla karşılaşacaksınız – yabancılar, her yerdeler. İkinci olarak, kendinizi nerede bulursanız bulun, derinlerde her zaman bir yabancısınızdır; insanın kendi kendine ve bulunduğu ortama yabancılaşabilir.
Yabancılar Birlikte!
Bienal’in ana mekanı diyebileceğim Giardini’ye Türkler olarak çok havalı bir giriş yapıyoruz; çünkü ilk oda ve bu odayı kaplayan yerleştirme Türk sanatçı Nil Yalter’e ait. Farklı dillerde “Şu gurbetlik zor zanaat zor” diyen ve Avrupa’ya göçmüş Türk işçileri konu eden Yalter’in eserinin yanı sıra, daha çok ötekileştirmeyi konu alan Arsenale’de ise asıl bahsetmek istediğim, Güneş Terkol’un Dünyaya bir Şarkı pankartları bulunuyor. Yaklaşık 20 yıldır kumaşa dikiş tekniği ile çalışan ve toplumsal cinsiyet konuları üzerinden dışlanmış, azınlık olarak kabul edilen grupların seslerini bir araya getirmeyi amaçlayan Güneş Terkol, bu bienalin konusuna çok uyan ve bu anlamda çok gururlandığım bir işle karşımıza çıkıyor. Bu arada Terkol’un Tatar ailesi, komünist Rusya’dan önce Çin’e sonra orada da benzer bir baskı rejimine maruz kalınca oradan 1953’te Türkiye’ye göç etmiş bir aile. Kısacası hem işleri hem geçmişi ile kavramsal Çerçeve ile tam bir uyum içinde Terkol.

Küratör Adriano Pedrosa’nın Sao Paolo Bienali’nde keşfettiği Terkol, Pedrosa’nın İstanbul’a atölye ziyareti sonrası, 2010’dan beri devam ettirdiği seri pankart projesinin devamı olarak Venedik Bienali için de iki yeni pankart üretmesi için bienale davet edilmiş. Güneş Terkol’un önce İstanbul’daki yedi aylık araştırma ve tasarım süreci ve Venedik’te sivil toplum kuruluşları ile 40 günlük kolektif çalışma macerası böyle başlamış.
Güneş Terkol, Saha Derneği’nin desteği ile Venedik’te kaldığı 40 günlük süreçte Co.Ge.S. don Milani göçmen dayanışma derneği ve Casa Punto Froce isimli LGBTİ bir sanatçı kolektifi ile çalışmış. Çalışmalara ayrıca Ukraynalı, Afgan, Afrikalı göçmen, yer değiştirmiş katılımcılar ve İtalyan katılımcılar gelmiş. Süreç boyunca kapsamlı bir atölye yapan Terkol, yepyeni insanlarla tanışmanın ve dayanışmanın çok güzel olduğunu anlatıyor. Çalışma süresince performanslar yapılmış, katılımcılar kostümlerini kendileri tasarlamış ve dikmiş, yemeklerini kendileri yapmışlar. Çalışma sonucu ortaya çıkan pankartlardan ilkinde güneşli bir günde Venedik’te gondollarda ilerleyen ve pankartlar tutan kadın figürleri görüyoruz. Diğerinde ise kayan yıldızlarla dolu bir gecede, San Marco meydanında yine pankartlar tutan, LGBTİ derneği ile çalışılan dikkat çekici, renkli figürleri kumaş üzerine dikiş yöntemiyle resmetmiş Güneş Terkol. Atölyeye katılan göçmenler, gönüllüler kendi ses balonlarını kendileri dikmişler ve esere katmak istedikleri şiirleri, alıntıları, tasarım ve karakterleri eklemişler.

Açık çağrı yapan grup, süreç sonunda, 17 Nisan günü bir performans gerçekleştirerek San Marco’dan sergi mekanı olan Arsenale’ye kadar hazırladıkları pankartlarla bir yürüyüş yapmış. Bu dönem ayrıca Mardin Bienali’ne katılımcı sanatçılardan olan Güneş Terkol, oradaki bienal için çalışırken bulduğu kuş düdüklerini Venedik Bienali’nde gerçekleştirdiği performans yürüyüşçülerine vermiş. Mardin’in kuş düdükleri Venedik’in “yabancılarının” dudaklarında şehre bir ses katmış. 40 dakika boyunca su kenarında yürüyen “her yerdeki yabancılar” hem sesleri hem görsellikleri ile şehre karışmışlar.
Dünyaya Bir Şarkı
Güneş Terkol, bu çalışma sürecinde özellikle Afganistan’dan Ukrayna’da savaştan kaçıp gelen ailelerini hikayelerini çok dokunaklı bulmuş. İnsanlar bilmedikleri bir ülkeye gelmişler, dil öğrenmeye, tutunmaya, iş kurmaya çalışıyorlar. İşte bu pankartlar ile katılımcıların deneyimleri ve isyanlarını, hayatta ilerlemeye dair düşünce ve hayallerini simgeleştirip ortak bir sese dönüştürmeye çalıştık, diyor sanatçı. Sohbetimiz sırasında beni de çok etkileyen, Ukraynalı bir atölye katılımcısı kadının hikayesini paylaştı Güneş Terkol benimle: Hayatta hani çabalarsın, çabalarsın, sonunda belli bir yaşa, döneme gelirsin ve “tamam artık, rahata eriştim,” dersin ya… Bu Ukraynalı katılımcı da öyle hissetiği bir dönemdeymiş. Evine hep güzel bir küvet almak istemiş ve sonunda o küveti almış. Küvete ilk kez girip keyif yaparken radyodan Putin’in Ukrayna’ya savaş ilan ettiğini duymuş ve işte o andan sonra herşey tepetaklak… Şimdi bambaşka bir ülkede, hiçbir şeyi olmayan, tutunmaya çalışan bir göçmen. Güneş Terkol’un anlattığı bu hikayenin benzer hissiyatlarını çok yaşadım bienaldeki sergilerde. Örneğin; Everyday War – Her Gün Savaş isimli, sanatçı Yuan Goan-Ming tasarladığı Tayvan Pavyon’unda günlük hayatın içine giriyorsunuz… Bir arkadaş grubunu beklermiş gibi hazırlanmış, baktığınız o masaya bir anda bir gümbürtü vuruyor, irkiliyorsunuz. Birilerinin günlük hayatlarını videodan izliyorsunuz; bir gencin hafif dağınık, sanki kapısından yeni çıktığı odası, belli ki yeni bir ailenin küçük, özenle döşenmiş oturma odası, hepimizin evi, hayatı gibi odalar, hayatlar… Birden duyulan bir patlama, kahve bardağını tuzla buz eden, nereden geldiğini göremediğimiz bir kurşun. Günlük hayatın tek bir anda savaş alanına dönüşmesi… Ya da Ukrayna Pavyon’unda yer alan Andrii Dostliev ve Lia Dostlieva’nın işi, ülkelerinde sıradan hayat yaşayann insanlarken savaş sebebiyle Avrupa’ya gelip Avrupalıların Ukrayna stereotiplerine maruz kalan insanlar, “yabancılar”… Yine Ukrayna’nın (bence bienali çok iyi kullanarak bol bol politik mesaj verdiği) From Ukraine: Dare to Dream adlı başka bir özel sergisinde gördüğünüz, yatağında mışıl mışıl uyuyan, yerinden edilmiş, ülkeden ülkeye sürüklenmiş çocuklar…
Uzun lafın kısası, Güneş Terkol, Şili’de Pinochet dönemi kadınların ürettiği kumaştan işlerin hemen yanıbaşında kendi (dünyanın farklı yerlerinden gelip birleşen) kumaş işleriyle, (birlikte çalıştığı LGBTİ kolektifine bir selam gibi) LGBTİ işlerinin olduğu salona birkaç adım ötede, yeni tanıştığı, sesini duyurmak isteyen insanlarla, kendine has tarzı ve işleriyle dünyaya, hem bienalle hem dünyayla uyumlu bir şarkı söylemiş. Görmesi, “dinlemesi” pek güzeldi…
Bu yazı, Milliyet Sanat dergisi Haziran 2024 sayısında yayımlanmıştır.

Yorum bırakın