Yolda yürüyorum, biri bana sesleniyor. Arabasını altına çekmiş, dev egosunu parfüm olarak sürmüş bir abimiz, gevrek gevrek gülerek arabasına binersem beni gezdireceğini söylüyor… Çocuk da değilim yani… Bildiğin, “eşek kadar” insanım, öğle vakti kalabalık bir caddede yürüyorum. Nasıl kafalar var? Önüme bakıyorum, yoluma devam ediyorum. Abimiz ısrarlı ama. Benim bir süre yol almamı bekleyip basıyor gazına, çok fiyakalı arabasını hooop önüme çekiveriyor; o “muhteşem” teklifini yineliyor kendince çeşitli “gurur okşayıcı” sıfatlar katarak. 1, 2, 3, 4 kere… Gerçekten ne düşünüyor, nasıl bir beklenti içinde bilemiyorum. Ben her önümde durduğumda yeni bir ya sabır çekiyorum, bu arada plakasını alıyorum, adama giderek bileniyorum. Sonunda sigortalarım atıyor, artık önüme bakarak yürümekten vazgeçip duruveriyorum, avaz avaz bağırıyorum. Ortalık hafif karışıyor, dükkanlardan insanlar çıkıp geliyor, abimiz ürkek ceylan beklerken karşısına “deli karı” çıkınca çok eğleniyor, kahkahalar atarak basıp gidiyor.
Bizim buralarda haktan hukuktan çok bir beklentin olmaz, aman ha şikayetçi olursan sen sürünürsün durumu… O gün de tatil… Vaktim var, inadım inat, şikayet edeceğim. Varsa kendisinde böyle GENİŞ bir güven, sarhoş olduğu ya da o güvenin tavan yaptığı bir gün, başka birini davet etmez de kolundan çekerek bindirir o arabaya. Ben bununla uğraşırken buluşmak için beni bekleyen arkadaşımı da alıp karakola gidiyorum. Diyorum ki, durup dururken yolda yürüyen insanı arabasıyla takip eden insanlar, huzur kaçıranlar var.
“-Ablacım, ne uğraşıcan? *Ya kardeşim, şikayetçiyim, sen yaz dilekçeni. Yarın bir gün bu adam gelir, senin kızına da sataşır, daha kötü şeyler olur. -Ablacım, öyle dilekçe yazdırmakla bitmez bu işler. Savcılık mavcılık… Bak uzun iş, avukat tutmak zorunda kalırsın. Boşver gitsin. *Yahu siz yazın dilekçenizi, ben tutarım avukatı…”
Binbir ısrar, üsteleme. 10 dakika dilekçe yazılacak, ama ne gerek var böyle “egzantirik” şikayetlerle uğraşamaya… Meğer olay, şikayetçi olmak için polisi ısrar ederek ikna etmekle bitmiyormuş. Sonra bir travma arayışı… Yani bana TAM OLARAK ne dedi? Fıstık mı dedi yoksa güzelim mi dedi? Ne dedi yani? Didik didik soruluyor; küfür kıyamet yok, fiziksel temas yok; benim de işim yok şikayet de şikayet diye tutturmuşum. Kadınım, etek giymişim, olur böyle vakalar… YETMİYOR yani. Bir erkek, canı istemiş, önüne gelen bir kadının durup dururken huzurunu kaçırmış, takip etmiş; nedirki yani?
Karakoldan çıktıktan sonra arkadaşımla yürürken konuşuyoruz; bu ülkede kadın istismarının haddi hesabı yok. Bu kadınların çoğu, çevresinde kalabalık bir aile olsa da, bir “insan” olarak kimsesiz, çaresiz. Bu haftanın haberlerindeDiyarbakır’da 13 yaşında tecavüze uğrayan kız çocuğu var. “Sol kolu mühürlenerek” devlet hastanesine sevk edilmiş muayene için. “…olaydan hemen sonra yapılan muayenede kızlık zarının sağlam olduğu, ancak bir yıl sonra Devlet Hastanesi’nde yapılan muayenede doğal çentik tespit edildiği belirtildi.” Sonra bu küçücük kız çocuğu, artık hangi şartlarda yapıldığı bilinmeyen muayene ve sorgulamalara dayanamadığı için, pskilojisi bozuk olduğu gerekçesiyle tekrar muayeneye gitmek istememiş. Kızlık zarı bozulsa da bozulmasa da bir daha “aynı” hissetmeyecek, hissedemeyecek ruhu yaralanmış bir çocuk… Ama mühim değil, mühim olan kızlık zarı; basarız mührü, tutarız kolundan çözeriz bu işi: “Mahkeme ise karar verilebilmesi için Adli Tıp Kurumu’ndan rapor aldırılmasının zorunlu olduğunu gerekçe göstererek, mağdurenin gitmek istememesi durumunda polis zoruyla sevk edilmesine karar verdi.” Kızlık zarı bozulmadıysa tam “bozulmuş” değil mi yani? O zaman “o kadar fena birşey yapmamış” mı oluyor 13 yaşındaki kız çocuğuna dokunan adam?
UNICEF’ın Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürlüğü ile birlikte yaptığı çocuğa karşışiddet konusundaki araştırma, 7 ile 18 arasındaki çocukların en az %10’unun bir tür cinsel istismara tanık olduğunu belirtiyor. Sorduk mu yüzde kaçının kızlık zarı bozulmuş? Hayır, bozulmadıysa uzatmayalım, devleti meşgul etmeyelim. Bakın mesela, çok daha mühim işler var sırada. Yağız erkeklerimizin onuru, gururu söz konusu olan… Kadın istismarlarının üstünü örtüveren vatandaşlarımız, AB’ye uyumlu yeni ehliyet tasarımında pembe renk olunca bu haksızlığa sessiz kalamamış. İçişleri Bakanlığı’na pembe renk kadın kimliklerini andırıyor, erkekler alay konusu olabilir diye sürü sepet şikayet gelmiş. Halkının her istek ve talebine hassas bakanlığımız da muhetemelen “o ne öyle gay gibi” (ki bakın gay diyorum, halbiki bizim ERKEKlerimizin bu kelime yerine muhtemelen kullandığı onlarca alternatif, yaratıcı kelime var) olmasın diye, renkte değişiklik kararı almış.
Uzun lafın kısası, kadınlar savcılık, mavcılık uğraşmasın zar bakiyse; önemli işlerin hızı alınmasın. Bütün Avrupa’nın kullandığı pembe ehliyeti, mazallah bizim erkekkklerimiz “karı gibi” taşımak zorunda kalabilir!