Kadın istismarını görmezden gelmek, gözleri kapamak, yalnızca bu ülkeye mahsus değil. İsteyince bu konuda sicilleri oldukça temiz görünün ülkelerin vatandaşları da şiddeti örtbas etmekte hayret ettirebiliyormuş. Geçtiğimiz hafta, Amerikan medyasini ünlü senarist, yönetmen, aktör, komedyen kısacası, pek marifetli olan Woody Allen’ın evlatlık kızı Dylan Farrow’un New York Times’da babasının 7 yaşındayken kendine uyguladığı cinsel istismar ile ilgili yazdığı yazı kasıp kavurdu. Dylan Farrow, yepyeni Oscar’ına aday olan, sinemaseverlerin, sinema eleştirmenlerinin, aktris ve aktörlerin öve öve bitiremediği, Altın Küre Ödülleri’nde Hayat Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülen “babası” için soruyor: “Sizin favori Woody Allen filminiz hangisi?” 1993’te Dylan Farrow’un annesi, Woody Allen’ın eski eşi Mia Farrow’un açtığı cinsel istismar davası bir sonuç getirmediği gibi belliki Woody Allen’ın ünlü arkadaşlarını da pek etkilememiş. İnsanın kendi çocuğunu istismar etmesi önemli miymiş ki, maksat Allen’ın bol ödüllü filmlerinde oynamak olsun. Dylan Farrow’un tek tek yüreklerinin sızlayıp sızlamadığı sorusunu yönelttiği ünlü Hollywood oyuncuları da “üzücü bir aile” meselesi diyip konuyu kapatıversinler. Kendi çocuğuna cinsel istismarda bulunan bir babanın yaptıkları, tüm dünyanın gözleri önünde önemsiz kılınmaya çalışılsın, birinin hayatı kararmış çok mu?
Geçtiğimiz Cuma günü, olayın hemen vuku bulduğu hafta, Woody Allen bu suçlamalara cevap olarak gerçekten de çok ikna edici bir savunma kaleme almış yine NY Times’da. Çocuklarına olan sevgisinden ya da (madem Dylan Farrow böyle fena bir yalan söylüyor, kardeşleri de destek oluyor) onlar için endişelendiğinden bir kez bile bahsetmeyen Woody Allen, savunmasında bol bol eski hayat arkadaşına alakalı alakasız suçlamalar yöneltirken Farrow’un küçük kızına “dondurma almak” suretiyle rüşvetle kandırıp bu yalanı söylettiğinden tutun da (aslında polis tarafından gerçekleştirilmeyen ve zaten güvenilir olmayan) yalan makinası testine tabi tutulup geçtiğini anlatıyor. Tam da Woody Allen meselesinin ciktigi hafta Radikal’de denk geldigim “Doğmadan önce neler öğreniyoruz?” konulu Ted konusmasinda Annie Murphy Paul, insan denen varlığın doğmadan önce bile birçok sese, harekete ne kadar duyarlı olduğunu anlatıyor. Anne karnındayken annenin izledigi dizinin müziğini doğduktan sonra duyunca tanıyan, annesinin konuştuğu dilin aksanında ağlayan bir varlıktan söz ediyoruz. Haydi Allen’a inanalım, herşey Mia Farrow’un psikopatlığının eseri olsun. Peki ya genç bir kadın 20 yıl boyunca böyle bir yalanın peşinde koşabilir mi? Nasıl bir çocukluğun, yaşanmışlıkların ürünü olabilir bu?
Bizim tarafta ise durumlar bildiğimiz gibi. 8 Mart yaklaşıyor ya tüyler diken diken. Ünlülerimiz yine derin duyarlılıklarını, kadın cinayetleri ile söylenecek sözleri en bir yüzeysel haliyle nasıl dile dökecekler, gözlere hitap edecekler diye merak içindeyiz. Acaba bu sene nasıl bir duyarlılık çalışmasında bulunulacak? Belki bu sefer, dünyada ve özellikle bu ülkede çok ciddi olan kadın şiddet ve istismar sorunlarını, kadınlar ünlüler olarak yüzümüzü boyadığımız, sahte korkunç ama aslında sevimli pozlar verdiğimiz ve sadece kendi PR’ımıza hizmet edecek bir oyun haline getirmeyiz ha çocuklar? Belki erkek ünlülerimiz de (ki hangisi daha dehşet verici bilmiyorum) “kadın gibi” pozlar filan vererek kadınları ne kadar anladıklarının altını çizerler. Bu pozlar kah gazete-dergilerde yer bulur, kah AVM’lerde sergilenir. Ne güzel olur. Ünlülerimizin o sevimli-dehşet ve hatta yer yer seksi pozlarını gören, karşısındaki insana sürekli işkence ve şiddet uygulamakta insanlık namına bir sıkıntı görmeyen “erkekler” de hemen bırakıverirler şiddeti, nefreti. Yaşasın 8 Mart PR çalışmaları, şiddet gören kadınlar size çok şey borçlu!

Özel sektöre çalışan ve bir şekilde hedef kitlenin beklenti ve isteklerini karşılamak zorunda olanlar bilirler. Siz bazen doğru bulmasanız da hedef kitle, yani, seslendiğiniz, mesaj vermek istediğiniz insanlar sizin çok da sevmediğiniz ve hatta doğru da bulmadığınız şeyleri görmek, izlemek, kullanmak isterler. Peki sizin için bunun sınırı nerededir? Her dizi yapımcısı, oyuncu dizilerdeki şiddet sahnelerine, kadını aşağılayıcı ve homofobik söylemlere alet olmak zorunda mıdırlar? Kimsenin kanıksamadığı, evde outran çilekeş kadın, kötü şirret kadın modellerini maddi kaygılar (ve aslında korkarım derin bir umursamazlık) sebebiyle reddedeMEseniz de şiddet, dayak sahnelerini reddetmek çok mu zor? Yüzünüzü dayak yemiş gibi boyayıp poz verdiğinizde temizleniyor mu vicdanlar? Oscar adayı filmler, yapımı pahalı kendi ucuz seksist diziler.. Kararmış hayatları görmezden gelmeye, şu hayatta insan olarak bir duruş edinmemeye, özellikle bir kadın olarak hemen yanımızdakinin yaşadığı işkenceye kayıtsız kalmaya üstelik de şiddeti karikatürize etmeye alet olmaya değiyor mu bari?

Not: Türk televizyonlarındaki sorunlu kadın portreleri için Tayfun Atay’ın eleştirilerini tavsiye ederim. Ayrıca, meraklısına ilgili yazı ve “ikna edici”, yalanlı, dedektorlu savunması:
Dylan Farrow: http://kristof.blogs.nytimes.com/2014/02/01/an-open-letter-from-dylan-farrow/
Bu da Türkçesi: http://www.5harfliler.com/woody-allenin-kizi-dylan-farrowdan-acik-mektup/
Bu da Woody Allen’ın cevabı: http://www.nytimes.com/2014/02/09/opinion/sunday/woody-allen-speaks-out.html?smid=fb-nytimes&WT.z_sma=OP_WAS_20140209&_r=0
Son olarak, yazıda geçen Annie Murphy Paul’un “Doğmadan önce neler öğreniyoruz?” TED konuşması: