Galeyan Kuvvetleri Öfke Nöbetleri

Galeyan Kuvvetleri Öfke Nöbetleri

20.05.2014

Siyasal bilimler literatüründe (!) vardır; Körfez Savaşı’nı televizyondan izleyen Amerikalılar için bombalamalar bir süre sonra adeta bir bilgisayar oyunu algısı yaratır. Amerikan ordusu tarafından medyaya o dönem ilk kez sağlanan detaylı askeri görüntüler sayesinde televizyonlarda lazerle çeşitli hedeflerin vurulduğu görüntüler yayınlanıp durdukça bir süre sonra izleyiciler için o hedeflerin aslında insanların yaşam alanı olduğu algısı kalkar. Savaşı adeta bir oyun izler gibi izlerler.

Bizim tarafta lazer görüntüleri yok ama hükümete olan tepki sebebiyle bir sayı tutma, sen bunu dedin, bunu yaptın hali var. 3 gün sayabildim. Facianın meydana geldiği geceyi saymazsak, Çarşamba sabahı herkes bu felaket haberine uyandı. Sayı arttıkça algımızı yitireceğimizden korkar oldum Körfez Savaşı’nı hatırlayarak. Gün geçtikçe ölü sayısı artıyor, bir basın kuruluşu başka bir basın kuruluşunu, sosyal medyada herhangi biri o gazeteciden bu ünlüye kadar birilerini hedef gösterip hezeyana hezeyan katıyor. Çarşamba. Perşembe. Cuma. Cumartesi sabahı uyandığımızda herkes çoktan galeyana gelmiş, klavye şövalyeleri donanmış, saldırıya geçmişlerdi bile. Bir önceki gün insanların ölmesine çözüm olarak başkalarının ‘beynini patlatmayı’ öneren Facebook ‘arkadaşım’ ertesi gün insanlıktan dem vuruyordu mesela. Topluca deliriyorduk, o timeline’ı kapatıp gitmek lazım geliyordu.

‘Ulan’ derken?

Bir yandan öyle kızgın, aslında öyle rezalet bir haldeyiz ki babasını, kardeşini, oğlunu kaybeden insanların haline ağlarken öbür tarafa bakmamak, şimdi sırası değil demek elde değil. Vefat edenlerin yakınlarını kah yüce başbakanımız ‘tokadı yersin’ diye azarlıyor, kah müşavirine tekmelettiriyor. Bu arada riyakarlığın, gösterinin de bini bir para gidiyor. Hükümet (aslında hiçbirimiz samimiyetine inanmasak da) daha 1 ay önce Ermeni soykırımı ile ilgili ilk kez pozitif bir adım attığında ertesi gün ‘Şehit diplomatlardan kim özür dileyecek!’ diye kışkırtıcı bir başlık atarak bu ülkede yaşayan Ermenilerin ne kadar da yanında olduğunu taze kanıtlamış (!) Sözcü Gazetesi, başbakanın ‘Niye kaçıyorsun ulan istifa et diyordun’ lafını özenle ‘Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü’ olarak lanse edip altını da bir güzel altyazılayıverip  bir de sesi yavaşlatarak duymayan kulak varsa duysun diye bastırıyordu. Yaşasın azınlıkların hakkını işine gelince yedirtmeyen Sözcü Gazetesi! Hoş, hiç şüphe yok ki başbakanımız ayrımcılığın alasını bilir, yeri geldi mi ‘sevmediklerine karşı’ (hooop van minit) ırkçının ‘daniskası’ da olur. Ama tam da şimdi ‘İsrail dölü’ tartışması açmak kendisinin ekmeğine yağ sürüp gündemi ne de güzel çevirmek oluyor canlarım. Gazetelerimize olağanüstü olmayan zamanlarda da aynı hassasiyeti göstermelerini temenni ederim.

Müstehakçılar klavye başında hazır mı?

Yılmaz Özdil dedi mi demedi mi, onu mu kast etti neyi kast etti tartışmasına girmiyorum. Sadece Roboski yazısını hatırlatıyorum. Gerçi şu an müstehak lafına tepki gösteren grup, Roboski yazısına tepki vermeye gerek duymadı, çünkü ölenler ‘çok affedersin’ Kürt’tü. Zaten müstehak dendi, denmedi ‘aydın Türkler’ bu pası bekliyordu. Yani çok yazıktı ama AKP’ye oy vermişlerdi. Yani! Neden gidip CHP’ye oy vermemişlerdi mesela eşlerine ağlayan o kadınlar? CHP kahramanı Şafak Pavey, o ayılınan bayılınan, alkışlamalara doyulmayan konuşmasında direk baş örtülü kadınları hedef gösterdiğinden olmasın sakın, mesela? Türban tartışması bir yana, Pavey’in konuşmasındaki hedef göstermeden (Direk alıntı yapıyorum: ‘Çiçekli baş örtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca Parkının kuytularında sevgilisiyle öpüşen genç kız…’) bir kadın olarak utanmıştım. Tam tersi yönden baksa da Yeni Akit stili hedefleme ve lisedeki o hep haklı olan küçümseyici konuşup sana ya sabır çektiren öğretmen gibi konuşan CHP’nin yeni yıldızlarından Pavey’e mi oy verselerdi başörtülü teyzeler? Gerçi CHP’nin alternatif olamamasında olay Pavey’de değil ya; alkış tutan, ‘biz de CHP’yi beğenmiyoruz ama işte…’ diyen arkadaşlara net bir örnek olsun istedim. Bir de kendisi ‘Ne siz başbakan, ne bakanlarınız bakan, ne ben milletvekili olmayı hak etmiyoruz, birlikte etmiyoruz… Zerrece etmiyoruz…’ gibi ‘iç paralayıcı’ bir yazı kaleme alırken Sabahat Akkiraz aslanlar gibi gerçekten istifa etti. Onu da not ederim.

Bütün bu anlattıklarımı zaten boşa çıkartan bir gerçek var ki, Somalı madencilerin AKP’ye oy vermeye, AKP mitinglerine gitmeye zorunlu bırakılmalarının ayan beyan ortaya çıkması. 3 kuruş uğruna o şartlarda çalışan, evine ekmek götürmek uğruna canından olmaya bile razı olmuş insanlar için ‘seçim şansları vardı oy için’ diyebilenler var mesela. Çünkü bunu diyen çoğunluk beyaz yaka arkadaşlar, tamamen insanlığa faydalı, aşırı onurlu işlerde çalışıyorlar. Bankacıdan reklamcıya inanmadığımız iş olunca yapmayıp istifa ediveriyoruz, duymadınız mı!

Bir aşağılama biçimi olarak gaylik

Son örneğim de yurdumun olmazsa olmazı, zamanında Atatürk’e gay dendi diye Youtube’u bile kapatıverdiğimiz eşcinsellik ‘hakareti’. Başbakandan tokat yiyen vatandaşı bir LGBT gösterisine katılan başka bir vatandaşa benzetip ‘gay diye laf çıkarmışlar’. AKP’ye yakınlığı ile bilinen araştırma kuruluşu ANAR’ın Genel Müdürü İbrahim Uslu da oturmuş, bu muhteşem tespiti ibreti aleme al işte kimlerin bu işin içinde olduğunu göstermek için tweetlemiş. Allahtan vatan evlatları yardıma koşmuş da İbrahim Uslu’ya ‘yok öyle bir şey, yalan konuşma’ püskürtmesi yapılmış. Mazalllah! İyi ki yapmışlar. İnsan olamadık ama gay de değiliz yani!

Demek ki neymiş güzel kardeşim. Evet canım, neymiş?

Bütün bu faciadan anladığım, ülkece delirmiş, öfke nöbetlerine girip girip çıkıyoruz (Yukarıda görüldüğü gibi, bu yazının yazarı dahil). Daha da fenası büyük öfkemiz bizde insanlık namına bizde pek bir şey bırakmamış. Sosyal medyada dolaşan ‘Demek ki neymiş güzel kardeşim o dağıtılan kömür bedava değilmiş’ laflarıyla acılı insanlara parmak sallayıp bilmişlik taslayalım. Acıları unutup çirkinleşmemiz 3 gün alsın.

Bu çirkinlikler arasında video sayesinde tanık olabildiğim tek insan hikayesi, Cüneyt Özdemir’in konuşturduğu, hastane önünde kocasını bekleyen, yetimim var diye ağlayan Müzeyyen Bayram olmuştu. Kocamı görmüşler madenden çıkarılırken ama ortada yok, diyordu. Arkadaşlarımla izleyip ağladıktan sonra, tam da ilk başta anlattığım gibi gerçeklik algımızı yitirmiş bir şekilde gözyaşlarını silip insanı siyasi oyuna indirgedik o an. ‘Madenden insanları çıkarırken ölü yaralı gösteriyorlar, kesin ölmüştür’ deyip yeni felaket haberleri için bilgisayar başına döndük hemen. Yine de aklımda bir Müzeyyen Bayram kaldı. Yatıp kalkıp acaba bulmuş mudur kocasını diye düşündüm. Belki bir gün acılı haber bülteni programı müziği fonunda ‘ağlayarak Cüneyt Özdemir’in programına çıkmıştı, kocasına kavuştu’ diye izleyeceğimizi hayal ettim. Bu yazıyı yazmak için izlediğim yeni videolardan birinde Soma halkının ilçe meydanında ölüm anonslarını dinlemek için toplandığını izledim az önce. Bayram soyadını duydum, geri aldım videoyu. Müzeyyen Bayram’ın eşi Niyazi Bayram. Ölene rahmet, kalanlara başsağlığı… Lanet olsun.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s