irmakozer.com’a bir süredir uğrayan tatlı konuğum, küratör Ezgi Özsan, bloğa arkadaşlığımızı düşünerek de yazdığını söylediği son yazısıyla veda ediyor… Ezgi’nin yazılarına artık Great Art İstanbul’un yeni web sitesinden ulaşabilirsiniz!
Kaç vakit geçti üzerinden, pek evvelinden değildir, yakın bir tarihten… Bu sözcüklerin yazılı olduğu bir sütunla iki mavinin birleştiği bir deniz kenarında uzun uzadıya oturdum. Geriye kalan her şey yukarıya yükseleceği yerde aşağıya doğru başladı sarkmaya… Ağaçlar köke… Tekneler köke… Avizeler, hamaklar köke…Vestiyerler, ayrıklar, haneler, ilticalar, göçler köke… Bütünüyle kurmacanın atlıkarıncası duruverdi… İzninle mi yazıldı bu yazı enine boyuna üzerine? Göğsün yavaşça inip çıktığı bir anda yazılmış olmalı… Sükut-u hayalden öylesine uzak bir cümle… Benim gibi varolma olasılığı düşük olanlardan mı yoksa bir akarsuyun toplandığı medüz havuzunda yansımasını görünce gözlerini kısanlardan mıdır bu sözcükleri yazan? “Dünya’daki her şeyi; bir tablonun, bir kitabın, bir yüreğin içine girebilmek için yaşadım…” Benim gibi üzerindeki yazıyı okuduğunda tüm anıları, o tüm anıları sabitleyecek sözcüklerin yokluğunda dağılıp gittiğini izleyenlerden mi? Fakat o mahirane, akılla kavranması oldukça güç, yaşamdan umamayacağım bir günde… Tüm şehir köküne sarkarken… İki mavinin birleştiği yerde oturuyoruz yan yana… Bilhassa iki zihin arasında nadir rastlanan bir ruhdaşlıkla; kendimden, görünür görünmez pek çok yara izinden, çocukluğumdan bahsettiğimi anımsıyorum. Ne telaşlı, ne bezgin daha ziyade olabildiğine dingin bir yürekle zaman geçtikçe nice benzerlikler bulup içimden gülümsüyorum. Bir yelkenli; yoğun sözcüklerle ağırlaşmış bir kabaret gösterisini andıran bir havada ilerler gibi bir gökyüzünün altında, sisin arasından aralanan gün ışığı senin ilk kelimenin üzerine düşüverdi… “Dünya…” Sen ışımaya başladığında, saklı bir cevher başladı aklımda konuşmaya…
Vaktiyle; Horosan’dan Bağdat’a yüzlerce, binlerce kitap deve sırtında taşınırmış. Nasıl bir kervan ki, bu birbirinden değerli el yazmaları, cilt dolusu öyküler, gökbilim, felsefe günlerce sırtlarında… Ne vahim ki, Moğol istilasında yok edilmek üzere, derler ki; bir nehire atılmış. Binlerce el yazması günler boyu mürekkebini suya dağıtarak… Baskın gelir cehalet, bir harcanmış birikim tüm nehri kapkara boyar. Emin ki ne değerli bir kütüphane olurdu o kitaplardan Bağdat’ta. Karşımızdaki deniz bir kervan… Konuştuklarım, anılarım, dilediklerim her biri ağzımdan çıkmaya başladığından beridir, bir martı sürüsünün en ardından uçanının kanatlarına ciltlenip yüklenmiş olmalı… “Dünyada’ki her şeyi; bir tablonun, bir kitabın, bir yüreğin içine girebilmek için yaşadım…” Sana kalırsa hayat, zaruri bir çerçeveye sığarsa mutlu edebilen, olağanüstü karmaşık, tuhaf ve anlaşılması güç yeryüzünde, bildik ve tanıdık dünyadan daha derin, daha zengin bir ikinci dünyada sığınmak olmalı.. Martı sürüsünün en ardından uçanının kanatlarına yüklenmiş bir kitap, her bir sayfasını her bir haneye… Gencecik kadınlar bir sokak lambasının yerden yükseldiği noktada oturmuş hayal kurmadan, gencecik erkekler bir bahar sabahı köy meydanında düğün alayının geçeceği güzergahı donatır gibi ilk mahsüllerini görücüye çıkarmadan, gencecik balıkçılar ağlarını yamamak üzere henüz iskeleye oturmamışken… Bir gece evvelinden… Tüm hanelere bir sayfası düşse… Güzel memleketim yükseler mi kökünden?
EZGİ ÖZSAN