Selam olsun İstanbul renkleri!

“İnsanlar genellikle iyi talihlerinin kendilerini güzel, misafirperver bir sahile atacağını umarak coşkun sellerden birine kapılır. İşte ben de bir gün bu şekilde İstanbul’da minarelerin altında buldum kendimi.”

Alexis Gritchenko

Bir tatil planı yaparsın uzak bir yerlere; tatil çok iyi de geçebilir, orta şekerli de geçebilir… Bilemezsin, şanstır biraz sana kalacak anı. Son birkaç senede yeni bir adet edindim, arada bir izin alıp İstanbul’da, Tarihi Yarımada ya da İstanbul’un Balat gibi eski mahallelerinde günümü geçiriyorum. Bak o tatil günü kesin güzel geçiyor işte, orta şekerli olmasının imkanı yok! İstanbul’un tarihten izleri, gizleri, hikayeleri, sokakları bitmez çünkü. Evine yeni birşeyler öğrenmiş, yeni insanlarla muhabbet etmiş, hiç bitmeyen bu hazine şehirde yine yeni bir köşe, ayrıntı keşfetmiş olarak mutlu dönersin.

Geçtiğimiz günlerde 1920’li yıllardan bir beyefendiyle, İstanbul’u en az benim kadar seven biriyle tanıştım! Moskova’daki avangard sanat çevresinin hatrı sayılan bir parçasıyken devletin sanat üzerindeki dayatmalarına dayanamayan ve Kırım’dan bir gemiye binip İstanbul limanına inen Alexis Gritchenko, şehirde geçirdiği kısa sürede bir İstanbul aşığı olmuş. Meşher’de devam eden İstanbul Yılları sergisinde Gritchenko’nun gözünden daha da büyülü bir İstanbul ile tanışıyor, ara sokaklara giriyor, kahvehanelerde oturuyor, yoldan geçen seyyar satıcı ile muhabbet ediyor, rıhtımdan denizi seyrediyorsunuz… Sanatçının İstanbul’a gelişinin 100. yılında İstanbul resimleri, Meşher ekibinin mahareti sayesinde dünyanın dört bir yanında toplanarak esin aldıkları şehirde ilk kez seyirci önüne çıkıyor.

Bizans’tan Osmanlı Montparnasse’ına

Alexis Gritchenko, bir Bizans hayranı ve eski Rus ikonaları uzmanı olarak daha şehre ayak basmadan şehrin tarihi, mimarisi ile ilgili bilgilere sahipmiş. Kısaca fikirlerini alma şansı bulduğum serginin küratörleri Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın sergi üzerinde çalışırken en ilginç buldukları şey, Gritchenko’nun şaşılacak derecede bu derin İstanbul bilgisi olmuş. Sanatçı, notlarında bahsettiği binalar için, “Bu bina bir Bizans kilisesinin devşirme malzemesiyle yapıldı, öncesinde de Pagan tapınağıydı,” gibi bilgiler verebiliyormuş. Meşher ekibinin sergide konumlandırdığı Gritchenko’nun yaşadığı dönemden İstanbul görüntülerine bakarsanız da, sanatçının dönemin bazı binalarını birebir gözlemleyip resmettiğini fark edebilirsiniz. Bu bakımdan Gritchenko, şehri sadece resmetmemiş, şehrin belgesel niteliğinde kaydını da tutmuş.

Sanatçı, sadece şehrin değil, o dönemin entelektüel çevresinin de bu zamana kadar elimizde olmayan kıymetli bir kaydını, iyi gözlem yeteneği, güçlü anlatım dili ile notlarına yansıtıyor. Serginin danışmanlarından Dr. Ayşenur Güler, Gritchenko’nun yazılı kayıtlarının Türk sanat tarihi için çok önemli olduğunu anlatıyor. 1914 Kuşağı sanatçıları anılarını yazmadıkları için, Gritchenko’nun sanatçılar ile ilgili anlatımları bize daha önce girmediğimiz bir kapıyı aralıyor. İstanbul sanat çevresini “Osmanlı Montparnesse’ı” olarak tanımlayan Gritchenko, entelektüel çevreden birçok isim ile ilgili  notlar alıyor.

Pek sosyal olan ve İstanbul’da kolayca arkadaş edinen Gritchenko’nun serginde en sık adı geçen dostları, Namık İsmail ve İbrahim Çallı. İstanbul’da bir mülteci olan ve ne kalacak yeri ne de parası olan Gritchenko, bir dönem İsmail ve Çallı’nın evlerinde kalıyor. Bu sanatçılar ile hem manevi hem de profesyonel bir dostluk kuran Gritchenko, karşılıklı fikir alışverişleri ile besleniyor. Sergide görebileceğiniz Namık İsmail’in kızkardeşi Ulviye Hanım’ın portresi, o dönem bir Osmanlı kadının resmedilmesi anlamında devrim niteliğinde. (Bu arada Gritchenko’nun resimlerinde hem dine saygı, hem de sanatçının kendi kurduğu dynamocolor akımının renk ve formu öne çıkarma isteğinden dolayı İstanbul resimlerinde yüzler bulunmuyor.) Gritchenko’nun yakın dostu İbrahim Çallı ile Mevlevihanelere yaptıkları geziler, iki sanatçının da resimlerine yansıyor. Keza, Gritchenko’nun Çallı’ya hediye ettiği Mevlevi resimleri, İstanbul’dan 100 yıl içinde ayrılmayan tek resimler oluyor. Sergiden önce görüştüğüm Cimcoz/Aral ailesi, resimlerin kendilerinin aile dostu olan Çallı’dan geldiğini ve 90 yılı aşkın süredir, 3 kuşaktır resimlerin kendilerinde olduğunu anlattılar.

Çocukken ruhban okuluna giden Gritchenko, dini ayinleri, ilahileri ve törenleri her zaman sevmiş. Sergide anlıyoruz ki, ressamın bu ilgisi, tek din ile sınırlı kalmamış. Camileri ve camilerin ışığını çok seven Gritchenko, o dönem resim yapmak bile yasak olmasına rağmen camileri, medreseleri, böylece medrese kültürünü bol bol gizlice resmetmiş, kayıt altına almış. Sağlam bir Bizans hayranı olan Gritchenko’nun resmettiği en önemli dini yapılardan biri, o dönemde cami olarak kullanılan, “Bizans kültürünün ve zihniyetinin alametifarikası” olarak tanımladığı Ayasofya. Gritchenko için sergide bir Ayasofya köşesi yapılmış. Chora (Kariye) Manastırı resimleri ve aynı anda birçok resmini aldığı için sanatçıyı sonunda İstanbul’u terk edip Paris’e gidebilecek finansal desteğe kavuşturan arkeolog Thomas Whittemore’un fotoğrafları da aynı köşede Ayasofya’ya eşlik ediyor.

Sergide, dini yapıların dışına çıktığınızda ise ressamla sokaklara dalıyorsunuz. Beni en çok etkileyen, Gritchenko’nun sokaktaki insanları, o dönemin günlük hayatını oldukça renkli, eğlenceli bir şekilde resmederek belgelemesi oldu. Resimlere bakarken 1920’ler İstanbul filmi oynatıyorsunuz adeta kafanızda. Tütüncüler, şekerciler, kuyumcular, baklavacılara girip çıkıyor, 2 yıl kaldığı ülkenin dilini öğreniveren azimli Gritchenko’yla kahvehanede laflıyor, nargile içiyorsunuz. Suriçi’ne kübist bir gözle bakıyor; renk ve formları ile oynanmış boğaza nazır kahvede bir çay içiyorsunuz. İki dünya savaşı ortasında, işgal altındaki İstanbul’un karışıklığı, renkli kültürler olarak yansıyor resimlere. Resimlerdeki yüzleri görmüyoruz ama, sanki oradayız ve birazdan biri dönüp bize birşey söyleyecek gibi…

Herşeye rağmen resim

1919-1921 İstanbul’unun yaşam enerjisini resimlerinden bugüne yansıtan Gritchenko’nun kendi yaşam enerjisi ise, herkese her dönem örnek olacak cinsten. İstanbul’da parasız, pulsuz, yersiz yurtsuz bir mülteci olan Gritchenko’ya yokluk vız gelip tırıs gidiyor. Nasıl olduğu bilinmiyor ama beş parasız Gritchenko, İstanbul sokaklarını ortalama bir İstanbullu’nun tüm hayatı boyunca belki turlamadığı kadar iki yılda turluyor. Bir gün orada bir gün burada kalıyor ve genelde parasızlıktan soğan yiyor. Sanatçının notlarından, resimlerindeki dilden, renkli pastel tonlardan anlıyoruz ki, bunlara hiç canını sıkmıyor. Aslında yağlıboyayı suluboyadan üstün gören ressam, İstanbul’da imkansızlıktan dolayı resimlerini suluboya ile yapıyor. Hatta öyle ki, bazen yeterli boya alacak parası bile olmadığı için resimlerin üzerine kurşun kalem ile (mavi, sarı, turuncu) diye boyayamadığı yerleri sonra boyamak üzere notlar alıyor ve o resmi sonra, bir şekilde tamamlıyor!

Gritchenko’nun tek canını sıkan şey, resim yapmasının bir şekilde engellenmesi oluyormuş. Küratörlerin anlattığı ilginç bir hikayeye göre; ressam notlarında, bir gün sahilin resmini yapmak için kıyıya gidip de o gün İstanbul işgal edildiği ve savaş gemileri önünü kapadığını anlatıyor; fakat bu konuya değinirken, işgalle ilgili bir yorum yapmadığı gibi o gün tek üzüntüsünün istediği resmi yapamamak olduğunu anlıyoruz…

Selam olsun!

Gritchenko’nun “İstanbul’da İki Yıl” adıyla kitaplaştırdığı notları ile işe başlayan koca bir ekip, iki küratör (Şeyda Çetin, Ebru Esra Satıcı) ve iki sanat danışmanı (Ayşenur Güler, Vita Susak) özverili bir araştırma ile bu sergiyi hazırlamış. Başta Fransa, ABD ve Türkiye olmak üzere, 7 ülkeden 150 eser yeniden İstanbul’a getirilmiş. Dijital fotoğraflar tek tek ayrılıp seçilerek temalar belirlenmiş. Resimleri doğru sergilemek için ışıklandırmalar üzerinde ince çalışılmış. En etkileyici hikayelerden biri ise, ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’ün özel kitap koleksiyonunda yer alan bir kitabın, (Gritchenko’nun 1930’da Paris’te 305 adet basılan Deux ans à Constantinople (İstanbul’da İki Yıl) kitabı) Anıtkabir’den özel izinle askerler eşliğinde çıkarılıp Meşher’e getirilmiş olması.

Meşher ekibinin titiz kurgusuyla, İstanbul’la gemiden indiği limanda tanışan Gritchenko gibi; siz de sergiye ressamın liman, rıhtım resimleriyle başlıyor, şehre karışıp İstanbul’un binbir rengi ve insanıyla kaynaşıyorsunuz. Sanatçının “yürüyen bir halı” diye tanımladığı fes denizlerinde yürür, ibadethanelerde yüzünüze ilahi bir ışık çarparken bu şehri daha çok seviyorsunuz. Sonunda da, bu şehre ayak basmasından tam 100 yıl sonra, Alexis Gritchenko’nun selamı ile karşılaşıyorsunuz:

“Acılarımı dindirip mutluluğumu paylaşan İstanbullu dostlarımın hepsine derin minnet duygularımı ifade ediyorum. Hamallara ve dervişlere, çocuklara ve gizemli kızlara selam olsun…”

Alexis Gritchenko – İstanbul Yılları, 10 Mayıs 2020’ye kadar Meşher’de

Bu yazı, Milliyet Sanat dergisi Mart 2020 sayısında yayımlanmıştır.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s