Taksim’de bir 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde arkadaşımın kayda aldığı videoda, atılan sloganlar arasında benim sesimi duyan çevrem, benimle çok dalga geçmişti. Kadın cinayetlerinin gırla gittiği bir ülkede kadın olarak kendi insanlık hakkımı savunmam komik gelmişti gülenlere. Ev işleri ile ilgilenmiyordum, istediğimi söyleyebiliyordum, kimse ne giyeceğime, nereye bakacağıma, ne yapacağıma karışmamıştı, hayatım boyunca özgür yetiştirilmiştim… Bana ne oluyordu ortalık yanarken?
Halbuki tam da benden başlaması gerekir diye düşünüyordum; benden senden ondan, hepimizden. Hakkımı aramak için illaki fiziksel ya da duygusal bir şiddete maruz kalmam gerekmiyor. Gerekiyor mu? Bir oturup düşünelim…. Bırakın Türkiye’yi dünyaya bakalım; cinsel şiddet görenlerin çok ağırlıklı yüzdesi kadınlar değil mi? Aynı emeği daha az ücret karşılığında yapması beklenen kadınlar değil mi? Bütün “güzellik” kıstaslarının dayatıldığı cinsiyet hangisi? Şimdi gelelim bizim mahallelere; Türkiye’de erkeklerin yüzde kaçı taksiciden, esnaftan, hatta bazen komşusundan bile yalnız yaşayan genç bir erkek olduğu bilgisini saklama gereği duyar? Hangi erkek, biriyle insanca konuştu diye hemen yanlış anlanır da kaypaklık mağduru olur da hemen gardını alır? Hangi erkek ya da erkeğin ailesi, tanımadığı biri tarafından bir yere davet edildiğinde, camdan atılmış, bedeni bölünüp parçalara ayrılıp yakılmış hemcinsleri, gerçekleşmiş kötü senaryoları düşünerek ürperir?
Benim kadın dayanışması yürüyüşünde slogan atmam için ne ev işleri altında ezilmeme, ne şiddet mağduru olmama gerek var. Sadece bir kadın olduğum için günlük hayatımda -herkesin fark etmeden içselleştirdiği ve normalleştirdiği- yaşadığım baskı, korku ve temkin, bana yeter. Azade Köker, Zilberman’da devam eden “Bir Katlin Provası” sergisinde, tam da bu konulara, hatta fazlasına dibine kadar bastırarak parmak basıyor, heykellerinin formu gibi, katman katman düşündürüyor. Kadın cinsiyeti, kimliği ve bedenine yönelik sorgulamalarını heykel, yerleştirme ve kolajlarda ile yansıttığı sergide, Köker, dünya ve yaşamın doğuşuna kaynaklık eden güçte bir dişil enerjinin nasıl olup da toplumsal düzende kaybolduğunu sorarken bu enerjiyi susturup sınırlandıran ve edilgen kılanın kimliğini, nedenini arıyor. Bu bir cinayet mahalli… Burada dilsiz heykeller size çok şey anlatıyorlar galerinin içerisinde etekleriyle uçuşarak. Köker’in sergisinin bir diğer odasında, yüzü görülmeyen, karanlıkta belli belirsiz seçilen eril güçler, tabutlardaki kağıttan mankenlere, eserlerine bakıyorlar…
Geçirgen, uçucu, süzülen kağıtlar
Bir Katlin Provası’na ev sahipliği eden karanlık mekanda, ışıklar, uçuşur gibi gözüken kağıttan heykellerin üzerinde. Işığı geçiren, narin görünümlü, bir o kadar da hacimli kağıtlar… Kağıttan mankenler… Serginin İngilizce ismi “Murder of a Mannequin”. Her zaman güzel, hoş, bakımlı, olması beklenen, narin addedilen, diğer yandan ironik bir biçimde yeri geldiğinde her işi başarması gereken varlıklarız, “mankenler”iz kadınlar olarak. Toplumumuzda, kadınlar çiçek, analık kutsal ama diğer yandan da analar çilekeş. İtiraf ediyorum, yıllarca “Kadın yönetici mi, aman!” diye gezdim. Algılar öyle kodlanmıştı; kadınlar duygusaldı, dalgalıydı, üstelik beklentileri çoktu. Şimdi anlıyorum ki, kadın yöneticiler etiketlendikleri gibi negatif anlamda duygusal (hassas, kırılgan, narin) değil; düşünceli, kollayıcı, vizyoner ve iş bitiriciler. Bana kariyer hayatımda yön veren, ihtiyacım olan tavsiyeyi verenleri %95’i kadın yöneticiler oldu. İş yerlerimden ayrıldıktan sonra bile yine ağırlıkla kadın yöneticiler arayıp sordu hatrımı. Sürekli sulugözleriyle dolaşan, şuursuz duygusal yaratıklar oldukları için değil, düşünceli oldukları için. Azade Köker, Rebekka Endler ile sergi üzerine yaptığı, tamamını okumanızı tavsiye ettiğim harika söyleşinin bir kısmında kağıttan manken meselesine bana bu anlattıklarımı düşündürürken, şöyle değiniyor: “Kadın genellikle medya ve toplum tarafında kırılgan ve narin bir varlık olarak tanımlanır. Bu eril kültürün bir söylevidir. Bir vitrin mankeni gibi güzel, konuşmayan ve bakışlarını insanın gözüne dikmeyen bir tasarım yani. Bu dişil enerjiyi dışlamak demek oluyor.
“Kadının kırılganlık tablosunu kabul eden bir kişi değilim. Kırılganlık zaaftır. Bir saplantıdır. Kültür ve onun medyası kadına “zayıf ol” , “bir bitki gibi kırılgan ve narin ol” diye dayatır. Biz de bunu ezber yaparız, kırılganlığı oynarız. Oysaki dişil zarafet düşünmekle mümkündür. Düşünmek, ama aralıksız hep düşünmek… budur bizi kendimize ve çevremize kırılgan olan herşeye itinalı davranmamızı sağlayan. Düşünmekten anlaşılması gereken şey herkesin bildiği ve bilmesi gerektiği ustalıkla ilgili bir ev ödevi gibi bir şey değil, ama yeniliğe ve çözümlere dönük uğraşmanın yollarını aramaktır. Yani kimlik gelişimi demek. Yeni bilgi yaratmanın yollarının provasını yapalım. Ezberler kadını kimliksiz yapabilir. Düşüncenin ezbere dayanmayan boyutu toplumların bütün cinsiyetleri için geçerli olmalıdır. Aslında burada arzu edilen, kadın ve erkeğin yapısal ve eşit boyutlarda birlikteliğini sağlayan yeni düşünme sistemlerinin kurulması ve ezberlerin silinmesidir.”
Köker, eşit boyutlarda birlikteliği savunurken, çok ince kağıtlardan çalıştığı heykellerini de olabildiğince şeffaf yapıyor. Çünkü Köker’e göre şeffaflık, açıklık, gerçeklik demekmiş; gerçeğin aranmasını ve bulunmasını istiyor sanatçı. Doğruluğa, eşit yapıya beraber ulaşmayı, bu gerçeği yanlışlara işaret ede ede birlikte bulmayı… Azade Köker’in sanatından şahsen özellikle etkilendiğim konu malzemeye bu yaklaşımı; onu konuyla birleştirip hafifçe uçuşturması mekanlarda, kafalarda. Köker, diğer sergilerinde de alışagelmiş beton, mermer, ahşap, taş gibi malzememeler yerine hafif malzemeler kullanıyor, kağıt, su, hatta hava gibi. Seniha Ünay ile yaptığı eski bir söyleşisinde sanatçı, laf kalabalığından hoşlanmadığını ve formların da aynı şekilde yalın olmasını tercih ettiğini söylüyor. Az söyleyip çok anlatabilmek, düşündürebilmek, kafalarda fikirleri uçuşturabilmek ne harika bir yetenek!
Azade Köker’in “Bir Katlin Provası” başlıklı Zilberman’daki beşinci kişisel sergisi, 4 Aralık’a kadar galerinin Mısır Apartmanı’ndaki ana mekanında ziyaret edilebilir.
Bu yazı, Milliyet Sanat Dergisi’nin Kasım 2021 sayısında yer almıştır.