Belçika’da Yemek Yenir!

En basit anlatımıyla, zamanında Fransa’ya katılmak istemeyen Fransızlar (Flemenkler) ve Almanya’ya katılmak istemeyen Almanların oluşturduğu, istemezukçuların birbiriyle de aslen çok iyi geçinemediği, devleti sık sık kriz yaşayan, haliyle de bürokrasisi bir hayli sıkıntılı olan bir ülke Belçika. Bir de kendi karışıklığı üzerine, diğer bir olamayanlardan Avrupa Birliği’nin başkenti oluyor Brüksel.

Brüksel’de binalar güzel olmasına güzel, heybetli olmasına heybetli, belli bir tarihi, şirin sokakları var ama ruhsuz bu şehir! Koskoca başkent, akşamüstü 5 ila 6 arası paydos ediyor bir kere. Birçok Avrupa şehrinde hal böyle olsa da bir başkentten, hele ki AB’nin başkentinden bunu beklemiyorsunuz. Bir cıvıltı yok, şurada güzel bir kalabalık var, onlara katılalım diyebileceğin, işte o kalabalık, yok.

img_0246

Tamam sıkıcı ama, bu demek değil ki eski bir genelev olan bir barda bir içki içemezsiniz! Brüksel’de Goupil Le Fol’un labirent gibi mekanında her odada (!) farklı bir konsept, tavadan sarkan boş kuş kafesleri, tüm sülalenizin toplamının atmaya kıyamadığı her şey ve değişik meyve şarapları var

Neyseki Brüksel’in ruhsuzluğu tüm Belçika’ya geçmemiş, Brugge gibi minik bir harikalar diyarı tadında, Ghent gibi daha bir şahsına münhasır şehirlere de sahip Belçika. Yine de her şehir mutlaka erken bir saatte paydos ediyor. 17.45 dedin mi bütün dükkan çalışanları “Hadi çık git,” diye yüzünüze bakmaya başlıyorlar. Bizim gibi çalışmaya/toplantıya gittiyseniz ofisten çıktığınızda bütün şehrin dükkanlarını kapanmış, herkesi evine çekilmiş buluyorsunuz. Güzel haber, Belçika halkı erken paydos ederken sizin mideler paydos etmek zorunda değil; çünkü Belçika’da yapılacak güzel bir şey varsa o da yiyip içmek!

Bira ve çikolata cenneti

Bir kere Belçika’da nereye giderseniz gidin mutlaka bir dükkanın vitrininde akan bir çikolata şelalesi bulursunuz. Çikolata cidden Belçika’da yenirmiş; pralini keşfeden ve tabii ki kakao ile yakın ilişkisini Afrika’daki sömürgecilik geçmişine borçlu olan bu halk, çikolatayı sanatsal bir mesele olarak ele alıyor. Birçok farklı çikolatacıya girip çeşit çeşit tatlar seçebileceğiniz gibi, ben sanat eseri tatmak, olmadı evdekilere aşırı havalı kutularda altın gibi sunulan çikolatalar götürmek istiyorum derseniz sizi Brüksel’in merkezindeki Galeries Royales Saint-Hubert’de dükkanlarına uğrayabileceğiniz en iyi 5 çikolata dükkanı; Neuhaus, Wittamer, Corné Port Royal, hepimizin tanıdığı Godiva ve Leonidas‘a alalım.

Bu dükkanlarda gerçekten grand-tuvalet giyinmiş çalışanlar, mücevher gibi dizilmiş çikolatalar ve pek süslü paketler bulacaksınız. Tavsiyem, belli lokasyonda çalışan kafelerine oturup oralarda tatlılarından tatmanız. Örneğin ben Wittamer’in kafesinde gaufres yedim, hayatımın en havalı waffle’ı oldu!

img_1438

Pek değerli Wittamer çikolata sosu ile kahvaltı

Bunların dışında farklı Avrupa ülkelerinde de rastlayabileceğiniz La Belgique Gourmande, sıcak dekorasyonu ve eğlenceli kutularıyla bir turist mıknatısı.

Bira ve Belçika ikilisine gelince, bu konuda bu konuda sonsuzluğa ulaşan tavsiyeler ve yazılar yazılabilir. Zira bu hayatta en fazla bira çeşidini tadabileceğiniz ülke Belçika. Belçika’da en çok içildiğini gördüğüm, kendine has merasimi olan bira, Kwak. 1791’de kurulan Bosteels bira fabrikasının bir ürünü olan Pauwel Kwak, o zamanlar faytoncuların çok uğradığı bir handa satılırmış. Faytoncular birayı kolayca içebilsinler diye özel bir ahşap tutamaç hazırlanan Kwak’ın özel bardağı bir deney tüpünü andırıyor ve herkes mutlaka bu bardak ve ahşap tutamaçla o birayı içiyor. Ghent’e uğrarsanız mutlaka 100 yıllık birahane Dulle Griet’e gidip Kwak içmenizi öneririm. Dulle Griet’te kendinize 1 litrelik dev bardaklarda Kwak ısmarladığınızda ayakkabınızın tekini alıp tavana çektikleri bi sepete atıp siz birayı bitirene kadar vermiyorlar. Kwak severler için er meydanı olan bu birahanede tek ayağında çorapla takılan bir insan güruhu mevcut!

IMG_6576.JPG

Tepedeki sepette ayakkabılar ve onları çeken turistler – Dulle Griet

Brüksel’de fazla turistik olsa da Belçika’nın bira zenginliğinin gözünüze sokulduğu Delirium’a eğlencesine uğramadan geçmeyin derim. 2000 farklı biranın bulunduğu bu mekanda, tavanda asılı bira tepsileri ve duvarlarda silme farklı bira markalarının bardak altlıkları arasında menü olarak getirilen bir klasörden (!) içeceğiniz biraları seçmeye çalışıyorsunuz. Tabii ki o kadar bira arasından şişesinin tipi hoşunuza giden markalar seçiliyor ancak!

img_0248

Delirium

Orada yiyince bir başka gibi gelen sokak lezzetleri: Pommes frites ve gaufres!

Midyesinden etine, bütün yemeklerin yanında patates kızartması! Olmadı, onsuz ölmeyesiniz diye köşe başlarında külahlarda, üzerinde sosu, yanında Chimay birasıyla patates kızartması! Flemenklerin patates sevdasını ilk Amsterdam’da keşfettiğimizde külah içinde patatese olan talebin Türkiye’de de olup olmayacağını merak edip girişimcilik planlarına girişmiştik. Cevap: Hayır, hiçbir şey Belçika’daki köşebaşı tadının yerini tutamaz! Nerede yiyeceksiniz: 2 adımda bir, her yemekte ve özellikle Brüksel’de  Maison Antoine’da.

img_1869

Başka bir sokak lezzeti de Belçika waffle’ı olarak anılan, bizim burada yediklerimize göre daha sert, şişman ve şekerli gaufres. Dikdörtgen şeklindeki waffleların üzerine buradaki gibi “Allah ne verdiyse” koymak yerine sadece Nutella+muz ya da kilo durumunuza daha da büyük katkı yapacak krem şanti+çilek gibi daha basit, yemeye doyulmayan tatlar koyan alternatifleri mevcut.

Ağzımıza layık geleneksel yemekler

Belçika’da tatlısından etine farklı bölgelerin spesyalleri olan birçok yerel yemek mevcut. Ben sizlere kendi favorilerimi ve tatmanız gereken restoranları aşağıda listeledim.

Carbonnades Flamandes / Stoverij: İlk tavsiye edeceğim, en geleneksel yemeklerden, birada pişen et yemeği carbonnades flamandes. Fransızların şarapta pişen boeuf bourguignonu, Belçika’da birada pişiyor. Yanında da crème de cassis ile yapılan kir isimli kokteylden içebilirsiniz. Yemenizi tavsiye ettiğim restorantlar; Brüksel’de 9 & Voisin ve tam karşısındaki Greenwich Tavern. Tadı damağımda kalıp başka yerlerde de yemeye çalıştığımda kesinlikle aynı tadı alamayıp o birada pişirme işinin o kadar da kolay olmadığını anladım.

carbonnades-flamandes-stoverij

Moules-frites: Sırf Leon de Bruxelles’ın namından duymuşsunuzdur diye ikinci sıraya koyduğum kovada gelen şahane midyeler ve tabii ki yanında kızarmış patates! Hayır, Brükselliler Leon’da yemiyor. Herhangi bir yerel restorantta yemenizi ve suyundan çıkardığınız midyeleri yiyip yiyip keyifle boş tabaklara atmanızı tavsiye ederim.

img_0251

Filet américain (steak tartare): Evet bildiğin çiğ kıyma, evet biz “iyi pişsin”ci bir milletiz ama farklı tatlar denemekten ne çıkar! Belçikalılar çiğ eti masanıza getirip sosunu önünüzde, istediğiniz miktara göre karıştırıyorlar. Çiğ miğ demeden afiyetle de yiyorsunuz. Hala sakladığım menü ve kartlarına poz vermiş ve orada size yemek getiren manken garsonların artistik pozlarını ve ortamını görmek için bile tek başına gidebilecek olan,  Café Theatre, Belçika’nın en iyi steak tartarı ödülünü almış.

img_0243

Lapin à la gueuze: Vişneli bir bira çeşidi olan gueuze ile pişen tavşan yemeği, tavşan etinin doğası gereği hafif sert de olsa favorilerimden. Yanında da Türkiye’ye neden hala gelmediğini bir türlü anlayamadığım kirazlı bira, soğuk bir Kriek iyi gider. Restorant tavsiyesi: 9 & Voisin ve Greenwich Tavern

İstridye: Bir belçika klasiği olmasa da, Türkiye’de iyisini, bolunu ve uygun fiyatlısını bulmak zor olduğundan yurtdışında kaçırmadığım istridyeler konusunda Belçika’nın iyi bir alternatif olduğunu not düşmek istedim. Eski bir tren garından bozma etkileyici ve endüstriyel mimarisi ve ortamıyla hem istridye hem bilimum deniz ürünlerini keyifle yiyebileceğiniz bir mekan olarak Ghent’teki Pakhuis’i tavsiye ederim.

img_6506

BONUS: Ghent’te Jenever içilmeden dönülmeye!

Barmen ağzına kadar soğuk jenever ile doldurduğu shot bardağını bara koyuyor, bardağa eğilip ilk yudumu öyle alıyorsun. Öyle döke saça içmek yok! Sonra ister yudum yudum iç, ister shot at; ev yapımı 500 yıllık Flemenk cini kabul edilen bu içkinin aroması çok! Biz bir iddia meselesi haline getirip oturup saydık, kaktüslüsünden acı biberlisine 23 farklı jenever içmişiz.

Jenever içmenin tadına Ghent’te, “şehirde kime sorsan gösterir” yeri olan, etiketlerinde kendi resmi olan yaşlı amcanın küçücük mekanı Dreupelkot’ta  vardık. Ev yapımı jeneverleri içmeye (şişe yerine kavanozlarda saklanan taneli vişnelisi klasik ama şahane bir tavsiye), Türkiye’ye dönünce de “Keşke 1-2 şişe daha getirseydik,” diye hayıflanmaya doyamadık.

img_0242

Jenevere doyamayanlar – Dreupelkot

Herkese Belçika’da keyifli bir kış tatili ve afiyetler dilerim!

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s