Kendimden biraz sıkıldım bu ara. Önce yapmayı planlayıp iptal etmek zorunda kaldıklarımın listesine takıntılıydım; sonra baktım ki uzunca bir süre plan yapmak bile manasız, bu sefer de geçmişe takıldım. Geçen sene şuradaydım, iki sene önce şöyle geziyor, böyle eğleniyordum, bak beş sene önceki fotoğrafa; kalabalıklardaydık, özgürdük…
Bir kere güzel günleri gördün mü, yaşadığın hayatın kalitesi oradan düşerse hep onları anıyorsun. Hani bazı insanlar olur ya, geçmişi yad edeyim derken ona yapışıp kaldıklarından bugünü zehir ederler, bu pandemi bizi öyle mi yapacak diye korkar oldum… Bazen de güzel günleri bizzat kendin yaşamamış olsan da, bir zaman birilerinin yaşadığını bildiğin için o günlere öykünürsün. Tanımadığın, yaşamadığın başka bir zaman dilimine özlem duyarsın. ANAMED’in Yusuf Franko’nun İnsanları sergisinde böyle hissetmiştim mesela. Ya da Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde 2018’de yer alan İstanbul’da Deniz Sefası sergisinde… Çok sevdiğim İstanbul’un o tuzlu, mayolu, deniz kulüplü, caz çalan, şen şakrak pek hoş günlerine hasret duymuştum o günleri hiç yaşamamış olsam da. Geçen ay Yapı Kredi Kültür Sanat’ta açılan Kulis sergisi, bana yine böyle hissettirdi. Başka bir İstanbul… Bahçelerde tiyatroların oynandığı, semtlerin tiyatrolarıyla meşhur olduğu, bugün çocuklarının, torunlarının bile Türkiye kültür-sanat dünyasında önemli yer ettiği muhteşem sanatçılar çıkaran, çok kültürlü, çok dilli, hayal kuranların gerçekleştirmekten korkmadığı bir İstanbul. Hrant Dink Vakfı öncülüğünde Türkiye Tiyatro Vakfı ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık işbirliğiyle gerçekleşen Kulis sergisi, işte bu güzel İstanbul’a götürüyor sizi. Sergi, 1911-2006 yılları arasında yaşamış İstanbullu tiyatro sanatçısı ve yayıncı Hagop Ayvaz’ın kişisel çabalarıyla oluşturduğu tiyatro arşivi ve arşivin alametifarikası, yarım asırlık kültür sanat dergisi Kulis’ten yola çıkarak, toplumsal bellek, kimlik ve mekân bağlamında Türkiye’nin tiyatro tarihine odaklanıyor.
Kaybolmaktan korkarken hatırlamak
Bugünün Türkiyesinin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik ortamı zaten hali hazırda pek de tiyatro dostu değilken bir de pandeminin getirdiği dev ekonomik darbe vurdu tiyatroları. Son 10-15 yıldır yükselen, özgür ve kaliteli oyunlar sergileyen özel tiyatrolardan kapanma haberleri, yardım haberleri almaya başladık. Ya sokağa geri döndüğümüzde orada olmazlarsa?
Bunları düşünürken Kulis sergisindeki Hagop Ayvaz sergisine bakıyorsunuz, bambaşka bir dünya! Ayvaz’ın 19. yüzyılın ortalarından yakın döneme uzanan Osmanlı ve Türkiye tiyatrosundaki oyuncular, topluluklar ve tiyatro mekânları ile ilgili arşivi, işte size bahsettiğim özlemi duyurtuyor. Sürprizler ve eğlence dolu, senede bir kere olan Kulis Geceleri, Güllü Agop, Toto Karaca, Muhsin Ertuğrul, İsmail Dümbüllü, Naşit Özcan ve daha niceleri, Beyoğlu’nda Ses Tiyatrosu, Bakırköy’den Kadıköy’e kadar İstanbul’un birçok semtinde Bahçelerde Tiyatro etkinlikleri, Pera’dan önce Şehzadebaşı-Direklerarası’nın eğlence merkezi olması, oradaki tiyatroların dolup taşması… Nerede bu güzel günler ve insanlar? Biz ne zaman ve nasıl tiyatrosuz kalabilir miyiz diye korkacak duruma geldik?
Bugünde yaşamak için: İstisnaları takip et!
“Günde iki paket sigara yerine daha az içsem şu kadar eder, yol parası vermesem bu kadar eder diye sürekli hesap yapardım. Bu dergiyi böyle yaşattım ben.”
Hagop Ayvaz
İşte şimdi tam burada, kendimden sıkıldığım duruma geldik: Hayıflandığım, isyan ettiğim ve üzerimden atmak istediğim. YKY’nin Kulis sergisi için hazırladığı kitaptaki yazısında, Esen Çamurdan, “Arşiv, belleğin unuttuğunu bulmaktır,” cümlesini hatırlatıyor. Hagop Ayvaz’ın arşivi, unutulan o güzelim İstanbul’u, varlığının üstü örtülen başka bir İstanbul toplumunu hatırlattığı gibi, ilham da veriyor. Ayvaz’ın tiyatro aşkı, azmi, kararlığı sadece belleğin unuttuğunu değil, insanın isteyince yapabileceklerini de hatırlatıyor. Silkinip tekrar umut etmek, işe koyulmak istiyorsun.
Sergiyi anlatmaya aslen tersten başladım. Üç bölümden oluşan serginin ilk bölümünde Hagop Ayvaz’ın figüranlıktan yönetmenliğe, köşe yazarlığından yayıncılığa uzanan yaşamına tanık olurken, ikinci bölümde 1946-1996 yılları arasında kesintisiz yayımladığı Kulis dergisi macerasını izliyor ve en son, ilk başta anlattığım arşivine ulaşıyorsunuz. Sergiyi tersten anlattım ki Hagop Ayvaz terk eylediği bu dünyada bizlere iyilik yapmaya devam etsin, ilham vererek kara bulutları dağıtsın, bizi gelecekle ilgili umutlandırsın. Önce öykünelim, sonra uyanalım.
Bir insan düşünün ki, hayattaki amacını, mutluluğunu bulmuş ve kendini ona adamış. Her koşulda tiyatro tutkusunu yaşamaya, onu tanıtmaya, ayakta tutmaya devam etmiş. Sergideki pek sevdiğim kısa videoda konuşmacılardan biri Ayvaz’dan “50 sene tek başına bir çabayı sırtlamış insan” olarak bahsediyor. Bu acayip etkili lafın bütün hikayesini görüyor ve o çaba ne demekmiş anlıyorsunuz sergide. Kumpanyalar, tiyatro grupları devam ettirmek, davet edildiği matbaaya tiyatro dergisini kabul ettirmek, ülke ülke dolaşıp sırf bu dergi basılabilsin diye abone toplamak, derginin namını dünyaya duyurmak (ve aslında böylece, yine videoda bahsedildiği üzere, bir cemaatin sesi olmak), parasız kalmak ve yılmamak, İnönü’ye çıkıp Ermenice oyun oynanması önündeki yasakları kaldırtmak, bütün Türkiye tiyatro dünyasının saygısını sevgisini kazanmak, 6-7 Eylül pogromunu yaşayıp devam etmek, kişisel çabalarla Osmanlıca, Ermenice ve Türkçe, 600’e yakın el yazması ve matbu tiyatro metni, tiyatro ile ilgili 500’den fazla Ermenice ve Türkçe süreli yayın, dergi ve broşürün yanı sıra fotoğraf, afiş, karikatür, kupür, davetiye, çizim ve kartpostaldan olu- şan yaklaşık 12 bin görsel materyal toplayıp arşivlemek…
Yine sergi için hazırlanan kitapta, Karin Karakaşlı bu serginin önemini açıklamya şöyle başlıyor: “Çoğumuz için kendimizi ömür boyu sadece bir konuya vakfetmek diye bir mevhum kalmadı. Dünyanın artan hızı, tüketim alışkanlıklarının değişimi … gibi çok sayıda farklı gerekçe bizi hep başka başka olasılıkların peşine düşmeye zorluyor ya da buna teşvik ediyor. Hal böyle olunca ömrünü gerçek anlamda tek bir konuyla uğraşmaya adayan insan, yakından bakılmayı hak eden bir istisnaya dönüşüyor. Hagop Ayvaz işte o istisnadır.”
Bu istisna bana ilham oldu, sizlere de olsun. Yapabileceklerimizin bizden büyük olduğunu bilelim, ruhu besleyen tutkularımız için direnelim. Son dönemdeki söyleşilerinden birinde Hagop Ayvaz; “Ne yazık ki her geçen gün Beyoğlu’nda lahmacuncular artıyor ama tiyatrolar eksiliyor. Lahmacuncular midemize, tiyatro ise kafamıza, kalbimize yarar,” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş. Lahmacunu severim ama bu toplumun ihtiyacının daha çok lahmacun değil, sanatla kucaklaşmak (hatta önce barışmak) olduğuna da kalpten inanırım. Bu istisna insan önümüzde bir örnek olarak dururken, dertlenmek bize yakışmaz artık. Elimizdeki kültür-sanat mekanlarını, kaynaklarını, insanlarını korumak hem bu dergiyi yazan bizlere, hem bu dergiyi okuyan sizlere düşerken biliyorum ki, dayanacağız, salgın çekildiğinde sokaklar yine bizim olacak, tiyatrolar açılacak.
Bu yazı, Milliyet Sanat Ocak 2021 sayısında yer almıştır.