Zaman ve mekandan bağımsız olarak yeryüzünde var oluşu tanımlamaya çalışıyorum, diyen sanatçı Onur Hastürk, geleneksel Türk sanatlarında çağdaş yorumu ile yeni bir perde açıyor. Hastürk’ün Asimilasyon sergisi, Anna Laudel İstanbul’da.
Onur Hastürk, Akdenizli kanı kaynayan, eğitim hayatını minyatür sanatına adamış, yeniliklerden, denemekten korkmayan bir sanatçı. Konya Selçuk Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatları, Tezhip-Minyatür Ana Sanat Dalı’ndaki lisans eğitiminin ardından Marmara Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü, Tezhip-Minyatür Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisans eğitimi ile devam etmiş. Bu esnada ayrıca Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Accademiadi Belle Arti di Firenze) Sanat ve Tasarım eğitimi almak üzere bir yıl İtalya’da yaşamış. Bugün İstanbul’da yaşayan Hastürk, ilk kişisel sergisi Asimilasyon ile Anna Laudel Gallery’nin ilk olarak Düsseldorf şubesinde Avrupa seyircisinin karşısına, hemen ardından da İstanbul’da bizlerin karşısına çıkıyor.

Yeryüzünde bir insan olmak istiyorum, hepsi bu
Ben minyatürü çok sever, Sultanahmet’te Sahaflar Çarşısı’ndaki minyatür satıcılarına uğrayıp bir çay içmekten, o arada da harika sahnelere, işçiliğe bakmaktan çok keyif alırım. Benzer turları attığım İzmir Kemeraltı’nda, restore edilerek zanaatkarlara dükkan kurmaları için açılan Başdurak Camii’nde tanıştığım bir tezhip sanatçısı, İzmir’e Ankara’dan ilk göçtüğünde sanatının İzmirliler tarafından soğuk karşılandığını, geleneksel sanatların “belli bir kesime” ait olması gibi bir algı olduğu için üzüldüğünü anlatmıştı. Hem çevremdekilerin ilgisizliği, hem de dinlediğim bu soğuk duruştan yola çıkarak Onur’la sergisi hakkında konuşmaya başlarken ilk olarak geleneksel sanatlara olan mesafeyi soruyorum. Onur, ilk başlarda, ne geleneksel ne çağdaş tarafta aidiyet bulamadığını anlatıyor bana. Bir araf hali… Sanatçı, adeta bu sanatın içine doğmuş; okul için tek tercihi Geleneksel Türk Sanatları imiş. Diğer yandan da hep deneyselmiş. Şanslıydım ki, beni tolere eden bir akademisyen yetiştirdi beni, diyor Onur. Akdenizliyim ve kaynayan kanım sanatıma yansıyor, kafam uçuşuyor, denemeler yapmak istiyorum. O denemeler için bana fırsat verildi, diye anlatıyor. Minyatür, tezhip sanatları, Uygurlara, Budizme, Maniheizme uzanan sanatlar. Doğulunun daha doğudan öğrenip uyguladığı, daha sonra da batıyla konuştuğu bir sanat tarihinin parçası. Maniheizmde dini maniler yazmak için kullanılıyor; dönüp Hıristiyanlığa baktığınızda onların kutsal kitaplarında da benzer süslemeler görüyorsunuz. Bellini İstanbul’a geliyor; onun eserlerinde de bu izleri buluyorsunuz. Bu sentez, bir nevi sergiye adını veren Asimilasyon. “Ben de bugün 2020’de yaşayan Onur olarak hem yaşadığım mahalleden etkileniyorum, hem de globalleşme sonucu, dünyanın başka bir köşesinde birinin parmağını şıklatmasından. Ve bildiğim, sevdiğim, çalıştığım teknik üzerinden çağın sorunsalını anlatıyorum.” İtalya’da geleneksel tezhip ve minyatür yapan “mükemmel çocuk” olarak karşılanırken, Türkiye’ye döndüğünde “kabul görmeyen” haline gelmiş Onur. Bir gün bir galeri ile yaptığı, kendisinde bambaşka farkındalıklar yaratan bir görüşmenin gecesinde kafasında döndürüp durmuş kendini bunaltan bu ötekileştirme konusunu. Sabah kalktığında Starbucks bardaklarına minyatür çizme fikriyle uyanmış. Adeta bir “Euraka!” anı… Andy Warhol nasıl Brillo, Campell’s gibi zamanının hızlı tüketim markalarını kullandıysa, Onur da geleneksel sanatı çağdaş tüketim malzemesi ile birleştirmiş. Çıkış noktam, bu ötekileştirilme hali oldu, diye anlatıyor sanatçı. Şuncu, buncu, oncu, her şey oluyoruz, sadece insan olamıyoruz. Geleneksel teknik ile kullandığım, altın figürler, eşsiz değerde olan ruhun bedeninin, insan olmanın sonsuz, cinsiyetsiz, dilsiz, dinsiz, fakir-zengin olmayan, ayrımsız, sınırsız, eşit olmasının sembolü. Yeryüzünde bir insan olmak istiyorum, hepsi bu. Sanatım da bunu anlatıyor.

Matisse’ten İslami Sanatlara, bugünden Matisse’e selam duruş
Taner Ceylan, Onur Hastürk’e verdiği destekle, sanatçının cesaretle kendi yolunda yürümesini sağlamış. Hastürk’e aldığı eğitimi ile altın bir hazineye sahip olduğunu, bu sanatın bir kaynak olduğunu hatırlatan Ceylan, Onur’a aktarılan zenginliği keşfetmesini tavsiye etmiş. Aldığı tavsiyeyle olduğu yere tekrar bakan Onur, Asimilasyon sergisinde, geleneksel sanatlar üzerinden çağdaş sanat tarihine de bir selam vermiş. Warhol referansıyla gündelik, kahve içip attığımız ucuz bir karton bardakların üzerinde sultanlara layık altınlar nakşeden Onur, sultanlara takdim edilen kitaplardaki, yazmalardaki form ve kompozisyonları bu karton bardaklara uygulamış.
Sergide Henri Matisse’e verilen selam ise, serginin ilk durağı Almanya olunca, daha da bir anlam kazanmış. Matisse’in 1910 yılında Münih’te gördüğü “Türk İslam Sanatı Şaheserleri” sergisinin ardından minyatür etkisiyle ortaya çıkan “Odalıklar” eserlerini inceleyen Onur, sergi için yine Türk sanatındaki akademik disiplinlerden çiniyi yorumlayarak bu referansla seramik tabaklar yapmış ve ebru kağıtlarından Matisse’in cutout’larını yorumlamış. Matisse’in Türk İslami Sanat Şaheserleri ile tanışmasından 110 yıl sonra, genç, Türkiyeli, geleneksel sanatlar alanında uzman bir çağdaş sanatçı olarak Matisse’e bir selam vermiş aynı ülkede Onur.
Dürüst olursan, samimiyet sonsuzluk olur
Biraz da figürlerinden bahsetmek istiyorum Onur’un. Evet tarihi referanslar, araştırmalar var, bir sergi kataloğu, hatta kitabı var, ama gördüğümüz sahnelerin arkasında anlatılanın ardında bir mesaj var mı? Konuştukça hissettiğim, tanımaya başladığım ince ruhuyla, ince cevaplar veriyor Onur bana bu konuda. Kendi de minyatür yapan sanatçı CANAN’ın bir sözünü hatırlatıyor: “Sanat eseri samimiyse bir aynadır. İnsan da bir aynadır. İkisi de temizse ve birbirine bakarsa sonsuzluk olur.”
İnsan ne kadar dürüst, samimi, münezzeh ise sonsuzluk oluyor, diyor Onur. “Umarım birileri eserlerimde samimiyeti yakalar ve onun samimiyeti ile karşılıklı temizlenir ve sonsuzluğa ulaşır.” Bu samimiyet ilişkisi içinde, insanlara perde olmadan, kendisini, söyleyeceğini öne atmadan eserin kendisini göstermesine izin vermek istiyormuş sanatçı. Naifçe, kadife gibi anlatmak istiyor hikayesini. Matisse, minyatürleri yeniden yorumuyla oryantalizmi kırdı. Onur da aynı konuyu oryantalize, dramatize etmeden, anlatıyor. Erkeklerin ve kadınların “odalık” olması bir dünya gerçeği, tarihte ve minyatürlerde geçen, evrensel bir sorun. Matisse, Onur’dan öğrendiğim İznik’e has penç motifiyle zarifçe anlatmış bu derdi, ve bugün o çizim MoMA’da. Onur da geleneksel sanat eğitiminin verdiği birikimle zarifçe anlatıyor; saz yolu üslubu ile narin bir kadın gibi uzanmış, şiirsel bir yaprak çiziyor. Haliç yolu denilen sarmalları kullanıyor hikayelerini anlatırken. Ya da oğlan motiflerinin yanına baş aşağı duran kırık, kırgın çiçekler çiziyor. Neden? Nedenini anlamak, seyircinin samimiyetinde, görüşünde saklı…

Geleneği devam ettirmek
Sanat tarihine bakarsak, hep dışlananlar, radikal bulunanlar yeni bir akım yaratıyor. Ne zamanki sergilenmek istenmiyorsun, o zaman işte zamanın akışını değiştirecek bir işe imza atmış oluyorsun. Bu sebeple Onur Hastürk’ün geleneksel-çağdaş çizgisini cesur buluyorum. Akılları karıştıracak, sorgulatacak doğru bir egzersiz.
Onur, konuya geleneğin kaybolmaması ve gelişmesi taraflarından da bakıyor. Minyatür ve tezhibin sürekli devinim içinde olduğuna dikkat çekiyor. 100 yıl önce başka figürler vardı, diye anlatıyor. Ebruya çiçek motifleri sadece bir yüzyıl önce dahil oldu. Benim hocalarımın, hocaları bunu ilk kez yapmışlar ve sonra “gelenek” olmuş diye anlatıyor Onur. Bizler de yeni bir şeyler katmalı, yeni hikayeler anlatmalıyız ki yeni gelenekler eklensin. Yeryüzünde bir şey yapıyorum ve kendimi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum, diyor sanatçı. “Zaman ve mekandan bağımsız olarak yeryüzünde var oluşu tanımlamaya çalışıyorum. Belki 100 yıl, 1000 yıl önceki insanlar, sanatçılar da aynı sorgulamaları yaşıyorlardı.”
Sorgulamak iyidir; anlamlandırmaya, iz bırakmaya çalışır. Hangi izlerin kalacağını zaman gösterir. Sorgularken kıymetli gelenek sanatları da yaşatan, yeni yorumlamalar katan Onur Hastürk’ün sergisi görmeye değer…
Onur Hastürk’ün Asimilasyon isimli kişisel sergisi, 28 Şubat 2021’e kadar Anna Laudel İstanbul’da
Bu yazı, Milliyet Sanat Dergisi Şubat 2021 sayısında yayımlanmıştır.