“Talebeye yapılan telkin ve müdahalelerin neticesi, tabiat onlara ayni atmosfer ve ayni renkte gösteriliyor. Halbuki bizim memleketimiz, güneş, ziya ve renk memleketidir. Garbın koyu kurşuni semasıyla hiç alakası yoktur. …Tabiatın öyle nüansları vardır ki, onlara mahsus renkleri kullanmak şarttır. Eğer Türk milleti Çallı’yı seviyorsa, güzel memleketini kendi renkleriyle ifade ettiği içindir.”
İbrahim Çallı
Çalıştığım şirkette, şirketi herhangi bir mecrada tanıtırken “en iyi, en büyük, en kaliteli, en, en” sıfatlarını kulllanmamız yasaktır. “En” çoğu zaman ölçülemeyen bir tanımlamadır, ölçülebilse bile yarın biri daha “en” olur, senin üzerine yaslandığı özelliğin kayboluverir. İzmir Bayraklı’daki Folkart Gallery’nin ilk tanıtım cümlesi, galerinin “Türkiye’nin en büyük sanat galerisi” olduğuna dair. Galeri 800 metrekarelik bir alana kuruluymuş. “En” büyük mü, hakikaten bilmiyorum ama gerçekten de büyüklük değil, misyon ve vizyon önemli diye düşünüyorum. Avrupa’nın en büyük havaalanını da biz kurduk deniyor ama 45 dakikalık uçuşa gitmek için 45 dakika içinde yürüdüğün bir havaalanında kim hoşnut sorgulanır mesela…
Folkart Gallery, 2015’te sanatseverlere kapılarını gerçekten sağlam da uluslararası isimlerin bulunduğu bir karma sergiyle açmış. Şehir merkezi yerine rezidans bölgesinde olmasından sanıyorum, hep uzaktan uzağa haberlerini duyduğum bir galeri olarak kaldı aklımda. 2020’de çok sevdiğim Fikret Muallâ’nın sergisini duyduğumda galeriye gitmeye niyetlensem de bu sefer de pandemi bana o kapıları kapattı. Bugün ise bu ay açılacak pandemi sonrası ilk sergisi, İbrahim Çallı, Türk Resminin Bohem ve Asi Fırçası sergisinden haberdar oldum. Sergi, bu zamana kadar Türkiye’de yapılan en kapsamlı Çallı sergisiymiş. Proje direktörlüğünü Fahri Özdemir, küratörlüğünü Özdemir Erdem’in üstlendiği, Doğan Hızlan ve Prof.Dr. Zafer Toprak’ın proje danışmanları olarak katkıda bulunduğu, 23 Kasım 2021 – 17 Nisan 2022 tarihleri arasında izleyici önünde olacak sergide yağlıboya tablolar ve eskizlerden oluşan 80 eser yer alacakmış. 5 yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu sergi için eserler, Yapı Kredi Bankası, İş Bankası, Ziraat Bankası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Ticaret Odası başta olmak üzere birçok kurum ve özel koleksiyondan toplanmış. (Bu arada Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koleksiyonlarından maalesef güzel katkıları olabilecekken sergiyi desteklemeye yanaşmadıklarını not düşelim.)
Sergi için Türkçe/İngilizce kapsamlı bir katalog hazırlanmış. Katalogda Türk resim tarihine özet bir bakış atan makaleler, görseller, fotoğraflar, sanatçı ile ilgili gazete küpürlerine yer verilmiş. Hem Çallı’yı hem de onun kuşağını hatırlamak, bilgileri tazelemek için “yakışıklı” bir kaynak olmuş diyebilirim. Bir önceki sergi de düşünülürse, galerinin misyonu Türk resim sanatı tarihinin temsiline mi kayıyor diye düşünsem de son iki sergi bu tespiti yapmak için yeterli veri değil elbet. Galerinin Danışmanı Kurulu Başkanlığı’nı Doğan Hızlan yaparken, kurulda Hüsamettin Koçan, Habib Aydoğdu, Hanefi Yeter, Kemal Tufan, Çerkes Karadağ gibi hatrı oldukça sayılır kültür-sanat insanları bulunuyor. Dolayısıyla, galeri yokluğu çeken İzmir sanatseverleri için doğru kullanıldığında, büyüklüğünü bilemem ama güzel bir nefes alanı olabilir.
Çallı tarihini çalışma alanı
Galerinin Danışma Kurulu Başkanı Doğan Hızlan, sergi kataloğunda yer verilen ilk yazı olan makalesine, “Ben Çallı İbrahim’in Türk resmindeki yerinden söz etmeyeceğim,” diye söz başlıyor. Bence de plastik, teknik konular, sanat tarihçilerinin bu sergi kapsamında zaten ele aldıkları konular. Çallı’nın sadece resimlerinin değil katalog sayesinde hikayesinin de izleyici önüne çıktığı bu sergi, hem Çallı’nın evrilen çizgisi hem Çallı’nın ressam kimliği ile Türk resmine, camiasına kattıkları ile bizler için eğitici bir sergi, bir çalışma alanı.
İbrahim Çallı, öyle etkili bir karakter ki, bir kuşağa ismini veriyor: 1914 Kuşağı, Çallı Kuşağı olarak anılıyor. İzmir Folkart Galeri’de açılan serginin İbrahim Çallı, Türk Resminin Bohem ve Asi Fırçası isminde bahsedildiği gibi sanatçının fırçasının özellikle asi olduğuna pek katılmasam da araştırmacı, yenilikçi, çalışkan ve öğretici bir ressam olduğu kesin Çallı’nın. Türk resim tarihinin ana taşlarından biri bu anlamda İbrahim Çallı; devlet tarafından yurtdışına gönderilmiş sanatçılardan, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin efsanevi öğretmenlerinden, Fransiz izlenimciligini (empresyonizm) Türk resmine taşıyan isimlerden, yavaş yavaş batılı resim sanatı denemeleri yapan Harbiyeli ve Bahariyeli asker ressamlardan sonra, Türk resminde gerçek bir dönüm noktası olan ve Türk resmine tamamen olmasa da daha özgün bir yön veren 1914 Kuşağı-Çallı Kuşağı olarak geçen grupta yer alan Feyhaman Duran, Nazmi Ziya Güran, Namık İsmail, Hüseyin Avni Lifij, Sami Yetik, Hikmet Onat, Mehmed Ruhi Arel ve Ali Sami Boyar’ın yoldaşı. 1914’te Sanayi-i Nefise Mektebi’nde hocalığa başlayan, 1947’de emekli olana kadar bu görevini sürdüren Çallı’nın öğrencileri de Türk resim sanatını daha da ileri götürerek sanat tarihimize şekil veren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hale Asaf, Halil Dikmen, Cemal Tollu, Eşref Üren, Nurullah Berk, Nuri İyem gibi isimler. Kısacası, Çallı’nın yaşadığı dönem, adeta resim tarihimizin kendini bulduğu noktanın yıldızlar geçidi. Dolayısıyla hikayelerini, bakış açısını, sohbetlerini çok merak ettiren de bir dönem. Bu insanlar kimlerdi? Nasıl bir muhabbetleri vardı? Örneğin Fransız empresyonistler hakkında birçok hikaye okumuşumdur. Nasıl Salon des Refusés’yi (Reddedilenler Sergisi) açmaya karar verdiler? Aralarında ne konuştular, kim kime küs, kime kime bozuktu? Sosyal hayat nasıldı? Bunların hepsini bulabiliyosunuz yabancı kaynaklarda. Bizim resim tarihimizin bu tarafına dokunan, genel okuyucuya hitap eden kaynak oldukça az. Bulabildiğim kaynaklarda, Çallı’nın hep çok neşeli bir kişiliği olduğunu, insanlarla çok iyi anlaştığını, rakıyı çok sevdiğini, hatta ya biterse diye meyhneye yanında rakı götürdüğünü okuyorum. Hem kendisine yakın hissedip onu daha da çok tanımak istiyorum, hem de resmini, kararlarını daha iyi algılıyorum. İnsan bir bütündür sonuçta… Bizim resim tarihimizi yazan bu insanlar ile ilgili biraz daha bilgi edinebilmek için belki bu sergi güzel bir fırsat…
Batının yerel ile seması
Bir kuşağın kendi adıyla anılmasını sağlayacak kadar etkin bir figür olan İbrahim Çallı’nın elbet ayrı bir önemi, kendisini diğer ressamlardan ayıran özellikleri var. Bunlardan birkaçına bu yazıda değinerek o gözle sergiye bakılmasını önereceğim. Bahsettiğim sanatçıların kişiliklerini de biraz tanıma şansına Meşher’in en sevdiğim sergilerinden, bu dergiye de izlenimlerini yazdığım Alexis Gritchenko – İstanbul Yılları sergisinde erişmiştim. (Alexis Gritchenko’nun Atatürk’ün kitaplığında da yer alan, YKY’den çıkan acayip keyifli İstanbul’da İki Yıl 1919-1921 / Bir Ressamın Günlüğü kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.) Bu sergide, Türk ressamlar arasındaki eğlenceli muhabbetin bir kısmına şahit olabiliyordunuz çünkü Gritchenko özellikle Çallı ile çok iyi dosttu. Çallı’nın Mevlevilik serisinden etkilenen Gritchenko da kendi Mevleviler serisini yapmıştı. İnternetten ulaşabileceğiniz, Dr. İlona Baytar ve Dr. İlkay Canan Okkalı’nın “Gelenekten Beslenen Modernlik: İbrahim Çallı ve Mevleviler” isimli makalesinde, Çallı’nın uslübunda bu seri ile kırılma yaşadığı söyleniyor. İki ressamın birbirleri ile dostluğu ve sanatsal etkileşimi sayesinde Çallı bu dönem hem Mevlevileri Oryantalistlerin teması olmaktan çıkararak Türk resminin konuları arasına taşıyor hem de plastik olarak grafiğe yakın, şematik bir düzeni benimsiyor.
Çallı’nın yarattığı farklılıklardan bir diğeri ise, Mevleviler dönemi öncesi nü resimler oluyor. Yine Dr. İlona Baytar’ın bu kez sergi kataloğuna yazdığı makalede buna değindiğini görüyoruz: “Tanzimat ve devamındaki Meşrutiyet ile batılılaşma yaşanırken, Türk resim sanatının tarihsel süreci içinde “nü” anlayışı yoktu. Kadın görünür oldu. Kadın portreleriyle, çıplaklığıyla kadın temasında yepyeni bir hava yaratan, onu geliştiren ve güçlendiren, İbrahim Çallı önderligindeki 1914 kuşağı oldu.”
Çallı, Türk resmine batıdaki akımlardan etkilenerek yenilikler getirirken teknikleri, renkleri “bizim” hallerimize, doğamıza uyarlayarak farkını ortaya koyuyor. Bu yazının en başında paylaştığım alıntı, Çallı’nın görev yaptığı akademinin resim bölümü başkanlığını yürüten Leopold Levy ile girdiği tartışma sırasında söylediği sözler. Levy ile tartışmasında, öğrencilerin ülkemizin doğasını yansıtabilecek canlı ve farklı renkler kullanmasını savunan Çallı, Levy’i kast ederek ” Bizim mütehassısa gelince, palette rengi asgariye indirmek taraftarıdır. Tabiatın öyle nüansları vardır ki, onlara mahsus renkleri kullanmak şarttır. Eğer Türk milleti Çallı’yı seviyorsa, güzel memleketini kendi renkleriyle ifade ettiği içindir,” diye karşı çıkıyor. Bu güzel ülkenin renklerini ülkenin resmine armağan eden Çallı’nın bu zamana kadar yapılmış en kapsamlı sergisini dört gözle bekliyoruz.
İbrahim Çallı, Türk Resminin Bohem ve Asi Fırçası sergisi23 Kasım 2021 – 17 Nisan 2022 tarihleri arasında İzmir Folkart Gallery’de.
Bu yazı, Milliyet Sanat Dergisi’nin Ocak 2022 sayısında yayımlanmıştır.
Irmak’cığım, harika yazıyorsun. Bu güzel kaleminle ve bilgi birikiminle bence, bir kitap yazman gerek. (Benki sanattan tam anlamayan biri olarak zevkle makalelerini okuyorum.)
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim 🙂 Belki bir gün…
BeğenBeğen