Ai Weiwei’nin Çin’de ve Çin dışında insanların hayatlarına dokunan, sosyal-insani konular ile ilgili farkındalık yaratan birçok projesi var. Üstelik tek bir dala da bağlı değil sanatçı; belgeseller, yazılar, müzik videoları, şarkı sözleri görsel sanatına eşlik eden dallardan…
Ai Weiwei ile gerçek anlamda ilk kez San Francisco’nun ünlü “kaçılması imkansız” hapishanesi Alcatraz’da tanışmıştım. Ancak vapurlarla gidebildiğiniz bir adada yer alan dünyaca ünlü ürkütücü hapishane, Çinli bir sanatçıya tahsis edilmişti. Ününü duymuş, birkaç eserini fuarlarda görmüştüm ama Çinli bir sanatçının sergisi için Amerika’da bu kadar simge bir yerin tamamen kapatılması çok büyük bir olay diye düşünmüştüm.
Ai Weiwei’nin sanatı ile elde ettiği gücü kavramak için geçmişine kısa bir bakış atmak yeterliymiş aslında. Sanatçının politik eleştiriler yaptığı bloğunu kapattıktan sonra 2011’de onu tutuklayan Çin hükümetine karşı, tüm dünya ayağa kalkmıştı. Sadece sanat dünyası, dünyanın en hatırı sayılır müzeleri değil; birçok uluslararası sivil toplum örgütü de Ai Weiwei’nin serbest kalması için yazılar yazmış ve kampanyalar yaptı. Öyle ki, Weiwei’nin tutuklanması Çin’in dünyaya bir mesajı olarak da algılanmış: Ne kadar dünyaca ünlü olsa da kendi sınırlarım içindeki vatandaşımı istediğim zaman keyfi olarak tutuklarım ve karışamazsınız… Tutuklu olduğu süre boyunca ailesinin dahi nereye götürüldüğü hakkında bilgisi olmaması yürekleri hoplatsa da, Çin hükümeti, Ai’yi 81 gün sonra salıverdi ve herkes rahat bir nefes aldı. Sonrası, Ai için artık daha da büyük bir uluslararası bilinirlik, ün ve güç getirdi… Öyle ki, yakın zamanda Ai Weiwei, politik işlerle anılmak istemediği için kendisine toplu ürün satmayı reddeden yılların Lego markasını bile sosyal medya kampanyaları ile dize getirdi. Lego sana lego satmıyorsa biz göndeririz diyen binlerce sanatsever ve onların bağışladığı legoları toplayarak sanatçıya gönderme işini üstlenen büyük modern sanat müzeleri, markayı çaresiz bıraktı ve marka, bundan böyle satışlarda kullanım amacı sormayacağını; bununla beraber legoların kullandığı projelerde Lego markası olarak destekçi olduğunun algılanmaması gerektiğini açıkladı. Kısacası, Pekin hükümetini kızdırmamak için temkinli davranan Lego, Ai Weiwei’yi kızdırınca bütün dünyayı karşısına almış oldu ve çark etmek zorunda kaldı!

Fırsatçı bir şovenist mi yoksa kahraman mı?
Ai Weiwei’nin aktivistliği, işleri ve sergilerine geçmeden önce biraz kendisine yapılan eleştirilerden bahsetmekte fayda var. Charlie Hebdo olaylarının hemen sonrasında Ai Weiwei’nin Paris’in ünlü bir alışveriş merkezi ile anlaşarak oraya enstalasyonlarını yerleştirmesi bazı eleştirmenler tarafından kızgınlıkla karşılanmıştı örneğin. Bu olaydan önce Midilli Adası’na Suriyeli mültecileri gözlemeye ve onlara yardım etmeye gittiği için övgüler alan sanatçının, Paris Hilton ile poz verip Paris’in lüks bir AVM’sinde Moët’sini yudumlamasının nasıl bir ironi olduğu sorgulanmıştı.

Bu ülkede meydana gelmesi de sebebiyle hepimizin hiçbir zaman unutmayacağı bir kare olan ailesiyle denizi geçmeye çalışırken boğulan 3 yaşındaki mülteci Aylan Kurdi’nin sahile vurmuş fotoğrafını Ai Weiwei’nin tekrar canlandırması yine çok tartışma yaratan işlerinden biri olmuştu. 3 yaşındaki bir çocuğun ölümünü şov malzemesi yapmakla suçlanmıştı sanatçı. Diğer bir yandan, mülteci sorunundan bir haber olan veya ülkelerinin mültecilere barınak sağlamayı reddettiği bir çok batılı, Weiwei’nin çalışması ile Aylan’ın ölümünden haberdar olmuştu.
Weiwei’ye yapılan eleştiriler arasında benim de en çok dudağımı uçuklatan olay, Almanya’da bir galada yaşandı. Dünyaca ünlü isimlerin katıldığı bir yardım ve iyi niyet galası olan Cinema for Peace Gala öncesi galanın yapılacağı Berlin’deki Konzerthaus’un girişindeki sütunları sanatçı, mültecilerin kullandıkları 14.000 can yeleği ile kapladı. Mülteciler ile ilgili yarattığı bu dev farkındalık sebebiyle birçok övgü alan Weiwei’nin galadaki hareketi ise bambaşka bir tartışma yarattı. Weiwei, galaya Dior, Chanel gibi marka kıyafetleriyle katılan pek süslü ve narin ünlülere altın rengi can yelekleri dağıttı. Sonra gelsin ünlülerin altın can yelekleri içindeki gülümseyen, abuk subuk selfieleri… Birçok kişiyi kızdıran bu hareket, Weiwei’nin şovenist bir farkındalık yaratma şekli mi, yoksa altında başka mesajlar barındıran bir deha ürünü mü hala tartışma konusu…
Aktivist bir hayat
“Sanatçı, bir şeyleri harekete geçiren kişidir, siyasi bir katılımcıdır. Estetik değerlerin özellikle tarihsel değişim noktalarında her zaman avantajları olacaktır,” demiş Ai Weiwei The New York Times’da sansür üzerine yazdığı yazıda. Weiwei tüm hayatını gerçekten de ister istemez siyasi bir katılımcı olarak geçirmiş. Babası muhalif bir şair olduğu için ailesinin arası Komünist Parti ile hiç iyi olmamış ve tüm aile 1959’da çalışma kampına sürülmüş. 1 yaşından itibaren bu kampta ve sürüldükleri diğer kamplarda büyüyen ve ancak 1976’da Pekin’e dönebilen Ai Weiwei, 1981’de ABD’ye gitmiş ve orada kendine yeni ufuklar açmış. Not etmekte fayda var; Weiwei’nin en büyük esin kaynaklarından birinin Andy Warhol olduğu söyleniyor; ki Weiwei, aynen Warhol’un kült stüdyosu The Factory gibi kendi stüdyo kültürünü yaratmış bir sanatçı.
Ai Weiwei, sansürlerle baskılanan bir ülkede sesini online duyurmayı seçmiş. Weiwei, 2005’te Çin’in en büyük internet platformuna blog yazması için çağrı almış ve blog hükümet tarafından 2009’da kapatılana kadar çok aktif bir şekilde sanat ve mimari üzerine görüşler, denemeler ve hükümet politikaları eleştirileri yazmış. Bloğun kapatılması, sanatçının 2008 Sincan (Siçuan) Depremi’ne hükümetin uyguladığı sansür uygulamasına karşı başlattığı “Yurttaş Soruşturması” projesi sebebiyle olmuş. Hükümetin gerçekleri örtme, ölen, kaybolan kişi sayısını çarpıtma çabasına karşı kurbanların yanında yer alan Weiwei, internet üzerinden gönüllüler bularak hayatını kaybedenlere hak ettiği saygıyı göstermek için tüm kurbanların isimlerini listelemiş. Uzun ve büyük bir araştırma sonrası 5,385 isme ulaşan sanatçı, konuyla ilgili makaleler yazmış ve ilgili dokümantasyonlara bloğunda yer vermiş. Gerçeklerin ortaya dökülmesinden hoşlanmayan ve bloğu kapatan Çin Hükümeti, Ai’yi yıldıramamış ve sanatçı bu kez Twitter’ı etkin şekilde kullanmaya başlamış. Ai Weiwei, o dönemde günde en az 8 saatini online geçirdiğini söylüyor.

Sonrası bahsettiğim tutuklanma hikayesi, sanatçının kameralarla 24 saat izlendiği (ve daha sonra işlerine yansıttığı) baskı, polisten yenilen dayaklar, yarattığı iç kanama, tekrar tekrar basılıp aranan stüdyo, Çin’den çıkışının yasaklanması ve alıkonulan pasaport…
Uzun lafın kısası, Ai Weiwei’nin Çin’de ve Çin dışında insanların hayatlarına dokunan, sosyal-insani konular ile ilgili farkındalık yaratan birçok projesi var. Üstelik tek bir dala da bağlı değil sanatçı; belgeseller, yazılar, müzik videoları, şarkı sözleri görsel sanatına eşlik eden dallardan. Öyle ya da böyle, Weiwei hayatını ve sanatını dünyadaki adaletsizlikleri ortaya çıkarmaya adamış bir sanatçı ve her hareketi herkes tarafından takdir görmek zorunda da değil. (Ki, insan doğası düşünüldüğünde her yaptığının beğenilmesi imkansız.) Berlin’deki galada can yeleklerini dağıtan da o; Danimarka mültecileri ülkeye almayacağını ilan ettiğinde oradaki sergisini hiç düşünmeden iptal eden de o. Zaman zaman ister fırsatçı densin, ister şovenist, sanat ile milyonları uyandırabilen bir deha.

Mekana özgü sergiler
Ai Weiwei, izini her işinde belli eden bir sanatçı. Daha önce gezdiğim iki sergisinden biraz bahsederek sergilerinin gerçekleştiği mekana, ülkeye özgü imzasını anlatarak İstanbul’daki sergisine de sanatseveleri ısındırmak isterim.
Yazının başında da bahsettiğim üzer Ai Weiwei 2014’te ABD’nin San Francisco kentinde mükemmel bir mekan seçimi ile konuyu buluşturmuştu: Dünyanın en ünlü hapishanelerinden Alcatraz ile totaliterlik konusu. Mekana özgü işler üreten Ai Weiwei, @large sergisinde ziyaretçileri, bir ulusal park olan hapishanede daha önce girilmesine izin verilmeyen yerlere soktu. Küçücük köhne hücrelere, suçluların eski çalışma alanlarına girip çıkarak totaliterliğin o baskısını üzerinizde hissettiğiniz bir sergiydi @large. Dünyanın dört bir yanından, çeşitli sebeplerle hapsedilmiş düşünce suçlularının seslerini hücrelerde dinleyip, dev lego portrelerini inceleyip hapishane yemekhanesindeki büyük alanda sergi için yapılmış, üzerinde özgürlüğü hatırlatan resimler olan ve tutukluların posta adresleri yazan kartpostallara özgürlük dileklerinizi yazıp Ai’ye teslim ediyordunuz.

Tüm serginin bir nevi özeti gibi duran, narin olmasının yanı sıra korkusuzluğun sembolü olan rengarenk dev bir dragon uçurtması da hapishanede kapalı bir alanda yer alıyordu. Dragonun uzayan parçalarında, vatandaşlarının insan ve yurttaşlık haklarını ihlal eden ülkelerin referans alındığı parçaların üzerinde devletlerin kullanmayı “sevdiği” Obey (İtaat et) gibi kısıtlayıcı/baskılayıcı kelimelerinin yanı sıra, serginin yer aldığı ülke ile başı dertte olan Edward Snowden dahil kaçak ve tutukluların sözleri yer alıyordu.

Ai Weiwei, kaçılması mümkün olmayan bu hapishaneye konumladığı sergi ve serginin kahramanı düşünce suçluları ile, düşünceye konulan sınırların sadece fiziksel olduğunu, sanatın düşüncelere kıtaları aştırabileceğinin mesajını veriyordu.
Sanatçının tanık olduğum başka bir mekan-konu seçim ise mülteci sorunu ile direk konuşuyordu. 2016 yazında Yunanistan’ın Midilli Adası’na mülteci krizini gözlemlemeye giden Ai Weiwei, tüm olanları Instagram üzerinden sürekli dünyaya duyurmak ve belgelemek ile kalmadı; ayrıca adada bir stüdyo kurdu. Weiwei’nin Midilli’deki çalışmalarının sonucu, Atina’da 2016 yazında bir sergiye dönüştü. Atina’nın ve Yunan kültürünün önemli temsilcilerinden Cycyladic Museum of Art, Ai Weiwei’nin mülteci krizi ile ilgili sergisine ev sahipliği yaptı. Daha müzeye girmeden kendini belli eden sergi kapsamında, müze binasının üzerinde 3 bayrak dalgalanıyordu; Yunanistan bayrağı, Avrupa Birliği bayrağı ve 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin bedeninin gölgesinin olduğu bir bayrak.

Sergide Weiwei’nin kendi geçmişinden, yaşadığı baskılardan ve Çin tarihinden izler, Yunan tarihinden izler, o tanıdığımız mermer heykeller ile birleşiyordu. Örneğin; Weiwei’nin 81 günlük esaretinden sonra Çin Hükümeti’nin sanatçıyı sürekli kontrol altında tutmak için stüdyosuna kurduğu 15 kamera, Çin’in taş ocaklarından çıkan mermerlerle Yunanistan’da tek bir mermer kameraya dönüşerek sergide yer almıştı. Hayatına yapılan bütün müdahalelere ironik bir cevap veren sanatçı, bu işle hayatının kontrol altına alınmaya çalışıldıkça her hareketini sosyal medyada paylaşarak daha transparan yaşamayı seçtiğinin, üstelik bunu başka insani krizlere dikkat çekmek için kullandığının altını çizmek istemiş. Mülteci krizi ise hem sembolik hem de krizi direk gözler önüne seren, belgeleyen işlerle izleyicinin karşısına çıkıyordu. Mülteci krizine bir yüz kazandırmak isteyen Weiwei, sergide Midilli Adası’nda çekilen 600 fotoğraf ve 3 kısa filme de yer vermişti. Sergiden elde edilen gelirin bir kısmı, serginin konusu olan mültecilere gidiyordu.

Eylül’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde
Özellikle Anish Kapoor ve ZERO sergilerini görmekten acayip mutlu olduğum Sakıp Sabancı Müzesi, yine İstanbul sanat dünyasına bir büyüklük yapıyor ve şu an dünyanın en popüler sanatçılarından biri olan Ai Weiwei’yi İstanbul’da ilk kez ağırlayacak müze oluyor. 12 Eylül 2017 tarihinde açılacak sergide, sanatçının 40 yıl önce yaptığı en eski çalışması dahil eski çalışmalarından geniş bir seçkiyle birlikte yeni 100’ü aşkın eseri sunulacak. Sanatçının porselen çalışmalarına odaklanacak olan sergide, Weiwei’nin günümüz dünyasıyla ilgili mesajları, geleneksel Çin el sanatları aracılığıyla bizlere aktarılacakmış.
Hazır objelerin ve replika çalışmaların sunulacağı sergide, kültürel değerlerin dönüşümü sorgulanacak ve özgün obje ile kopyası arasındaki fark çürütülecek. Bu kapsamda, Çin ve Yunan çömlek bezemeleri ve Mısır duvar resimlerinin mantık uyarlamalarını da sergide göreceğiz.

Gönül isterdi ki, Ai Weiwei, ülkemizin bulunduğu bariz ama konuşul(a)mayan politik duruma uygun bir sergi yapsın. Alcatraz’daki mesajlarını burada da versin, Yunanistan’da yaptığı gibi ülkeye ait sorunlara, ülkenin el işini, zengin yerel sanatlarımızla birleştirerek işaret etsin. Sergi öncesi alınan duyumlardan böyle bir proje olduğu sonucuna varamasak da 2017 tarihli Free Speech Puzzle (İfade Özgürlüğü Yapbozu) gibi dünyanın ve ülken içinde bulunduğu politik duruma dokunan işlerin yanı sıra, sanatçının daha önce çok ses getirmiş işlerinin sergide olacak olması bizleri oldukça heyecanlandıran haberler.


Örneğin; 2010 yılında Londra’da Tate Müzesi’nde sergilendiğinde çok beğenilen ve uzun bir süre sanat gündemini meşgul eden, Çin’in Jingdezhen şehrinden 1600 sanatçının elleriyle tek tek yaptığı, insanların bir araya gelince Mao’nun Komünist Partisi’ni devirmek dahil her şeyi yapabileceğini sembolize eden ve seri üretimin sembolü olan “Made in China” (Çin’de üretilmiştir) algısını yıkmak için 100 milyon porselen ay çekirdeğinin tek tek elde yapıldığı bir iş olan 2010 tarihli Sunflower Seeds (Ay Çekirdekleri) SSM’de yer alacak ünlü işlerden olacak.

Yine sanatçının stüdyosuna devlet tarafından kurulan izleme kameralarından referans alan ve devletin vatandaşlar üzerindeki kontrolünün baskılayıcı, tutsak edici etkisine işaret eden altın renkli bir Twitter kuşunun kelepçelerle ve “güvenlik” kameralarıyla çevrelendiği bir duvar kağıdı olan The Animal That Looks Like a Llama but is Really an Alpaca (Lamaya Benzeyen ama Aslında Alpaka Olan Hayvan) işiyle günümüz dünyasının politik baskıları sorgulanacak.

Sergi, ülkenin politik durumuyla alakalı olsun olmasın, Ai Weiwei’nin duruşuyla, farklı zamanlarda yaptığı derin mesajlı işleriyle Türk sanatseverlere çok şey düşündürteceği kesin. Yazıyı, sanatçının Alcatraz’daki @large sergisinde kullandığı bir cümleyle bitirelim ve nükleer bombaların gündemde olduğu, ırkçılığın giderek tırmandığı bu garip dünya halinin daha güzel günler göstermesi için umutlar besleyelim: “Totalitarizmin yanılgısı, özgürlüğün hapsedilmesinin mümkün olduğunun sanılmasıdır. Halbuki bu mümkün değildir. Özgürlüğü kısıtlarsan, kanatlanıp uçar ve bir pencerenin eşiğine konar.” – Ai Weiwei
*Bu yazı, Artisans Dergi Eylül-Ekim 2017 sayısında yer almıştır.
teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen