En çok görmek, deneyimini yaşamak istediğim yerlerden biri Baksı Müzesi. Bugün, yarın… Derken işte bak, kapınıverdi dünya. Dünya kapansa da Baksı Müzesi hep yerinde. 20 yıldır… Tek başına, Anadolu’nun bir tepesinde, çevresine dostlarını, meraklılarını, halkını toplamış. İnanmış, özenmiş, kafa yormuş, çaba sarf etmiş, yılmamış. Bugün herkesin yarın için endişelendiği bir ortamda, bir korkusu yok kurucusu Hüsamettin Koçan’ın. Gözümüz karaydı, şimdi de öyle; planlarımızı yapmaya, yürürlüğe koymaya devam ediyoruz, diyor. Planlar zengin… 20. yılı bu sene Baksı Müzesi’nin. Geçtiğimiz Temmuz ayında başlayan etkinlikleri, 2021 Temmuz’una kadar devam edecek sergiler, atölyeler, burslar, film gösterimleri, konser etkinliği ve kültür-sanat alanında proje üreten bireylere ve kurumlara açık yepyeni bir ödüllendirme programı olan Anadolu Ödülleri ile.
20 yılın emeğini, hikayelerini ve yeni planları, hayatta tanımanın bir şans olduğu, inancı ve heyecanıyla en olmazı oldurabilecek, ilham verici özel biri insanlardan olan Hüsamettin Koçan ile konuştuk.

Dile kolay, 20. yılını dolduruyor Baksı. Dönüp baktığınızda ne hissediyorsunuz? Baksı sayesinde en hayatta en büyük öğrenimiz ne oldu?
20 yıldır insanı daha yakından tanıma imkanım oldu. Daha homojen bir grupla beraberdim; sanatçılar, bilim insanları, iyi yetişmiş, iyi eğitim almış insanlar… Bizim aydınımızla kitleler arasında büyük bir kopuş olduğunu gördüm. Bu kadar büyük bir kopuş olduğunun farkında değildim.
İnsanlar kültürel bir kopuş yaşıyorlar. Bir tarafta kendini değiştirmek isteyen bir yerel halk var; ama o değişim aydının anladığı bir değişim değil. İkisi de değişimden yana; ama tarifler farklı.
İnsanlar hemen kendi dışında saydığının, karşısındakinin kendi istediği gibi değişmesini istiyorlar. Doğrusunu isterseniz karşındakinin bir omurgası varsa bunun mümkün olduğuna inanmıyorum. Bizim taleplerimiz hep direkt değişim olmuş; iknaya çaba sarf etmemişiz. Bu sebepten de aynı dünyada yaşayan, birbirinden habersiz kitleler oluşmuş. Bu derin kopuş beni çok şaşırttı.
Biz aydınlar, sanatçılar olarak halkı tanıma konusunda çok istekli davranmamışız. Siyaseten organize edilen girişimler olmuştu (1930-40’lardaki CHP’nin sanatçılar için düzenlediği Yurt Gezi’lerinden bahsediyor); Anadolu’ya sanatçı göndererek bir kimlik oluşturma, bu kimlik üzerinden ulus devlet kurma ile ilgili… Bugüne baktığımızda anlıyoruz ki o kültür pek özümsenmemiş.
Diğer yandan başka bir şaşırdığım bir konu ise, insanlar inançlı, samimi ve adanmış insanları yalnız bırakmıyorlar. Dayanışma duygusu, sağlıklı bir argümanınız ve samimiyetiniz varsa güçleniyor. Baksı bu dayanışma ile bu hale geldi. Benim ve eşimin ne ekonomik desteğimiz vardı ne de deneyimimiz.

Yerel halkla birlikte hareket ettiniz ve çok güzel sonuçlar aldınız. Yöredeki çocuklara hem eğitim hem burs verdiniz. Özellikle çocuk ve kadın projelerinden bahsedebilir misiniz?
Baksı, sadece konumu itibariyle değil, müzecilik anlayışı itibariyle de özgün bir model. İnsanoğlu hikayesini sergilemeye çalışıyoruz. İnsanın bu dünyaya anlam katma çabasını bu dünyayla paylaşmak istiyoruz o tepenin üzerinde… Klasik müzeciler bunu pek sevmezler ama batıdaki müzeciler sevdiler bu modeli. Bence bu model daha demokratik; biz buna kültürel demokrasi diyoruz. Baksı, insanı anlatan, insana temsil alanı açan bir müze. Biz burada iki ana kitleye dayanıyoruz: Kadınlar ve çocuklar.
Müzenin yönetim kurulunda ben hariç herkes kadın. Kadınların müthiş bir üretkenliği, müthiş bir açıklığı var. Kadın, erkek gibi savunma refleksinde değil; kadın sahiplenip geleceğe taşıma yapısında. Yüzyıllar ötesinden gelen bir yapı. Buradaki kadına el uzatmak, onlara ekonomik özgürlük kazandırma derdindeyiz.
Bir Kadın İstihdam Merkesi projemiz var. Yeni kentli diye bir model çıktı. Köydeki kızlar evlenince kente gidiyorlar ama ev kadını olamıyorlar, onlar fiziken bir şeyler yapmaya alışık insanlar. Biz de onların bu alışkanlıklarını, genetik hafızalarını doğru yere aktarıp ekonomiye katmak istiyoruz. Nakışçılığı, dokumacılığı günümüz tasarımcıları ile birleştirip yorumlayacağız.
Çocukların ise müthiş bir öğrenme kapasitesi var, herşeyi akıllarında tutuyorlar. Öğrenmeye bu kadar açıkken estetik dünyalarına katkı yapmak istiyoruz, burslar veriyoruz. Altı kentte 150-200 çocuğa yıllık burs veriyoruz. Bir yarışma düzenliyoruz; böylece aileler de öğretmenler de bu çocukların yeteneklerinin farkına varıyor. Bu çocuklarla, farklı yerlerde karşılaşıyorum sonra; çok güzel işler yapıyorlar, dünyaya, kurdukları işe, hayata farklı bakıyorlar.

Bu Kadın İstihdam Merkezi Projesini biraz daha açmak istiyorum… Nakıştan, dokumadan bahsettik. Anadolu’da muazzam bir zanaat birikimi, kültürü var. Bu kültürü sürdürmeye, tanıtmaya yönelik mi işler olacak bu merkezde?
Genetik kodlara yerleşmiş bir refleks var; özellikle dokuma alanında onun üzerinden gideceğiz. Ayrıca biz el sanatlarına önem veriyoruz. Makinayla üretim yapılmayacak, doğal boya ve doğal malzeme kullanılacak. Bizim derdimiz daha çok üretim yapıp para kazanmak değil. Bizim derdimiz, özgünü, yereli bugünün tasarım zekası ile birleştiren bir marka yaratmak. 2014’te bir ICOM (Milletlerarası Müzeler Konseyi) toplantısı yapmıştık Baksı’da, orada anlatmıştım bu fikri. Müzeciler, müze dükkanlarında Baksı ürünlerini satmak istediklerini söylemişlerdi. Kültürel bütünlük, derinlik lazım. O yüzden bu öneri, bu ürünleri herhangi bir tasarım dükkanında sunmaktan daha anlamlı geldi.
Hazır yerel üretim konusunu gelmişken Anadolu Ödülleri’nden biraz bahsedelim. Müzenin 20. yıl planlarının bir parçası olarak düzenlemeye başlayacağınız ödüllerin beklentilerinden bahsedebilir misiniz?
Bu ödüller de aslında bir bütünün parçası; biraz önce anlattıklarımın tamamlayıcısı. Bizim kafamız, yapmak istediklerimiz çok net. Gönüllüğü, çeşitliliği, coğrafya, tarih ve çağı öne çıkarıyoruz. Bunların çatışma içinde değil, birlikte harmanlanarak insanı yeniden üretim alanına götürmesini istiyoruz.
Anadolu coğrafyasının inanılmaz bir kültürel çeşitliliği var. Anadolu’da “ötekilik” yok. Orada insanlar, çok farklı inanç gruplarından çok farklı dönemlerde barış içinde yaşamışlar ve üretmişler. Bu toprak, her tür insana üretme şansı vermiş. Anadolu’da dehşet bir üretim hafızası, birbirine bağlanan bir kültürler birikimi var.
“Anadoluluk” kavramı müthiş bir alaşım, tek boyutlu değil. Onun için coğrafya meselesini son derece önemsiyoruz. Anadolu ilhamından, birikiminden yola çıkarak değer üretmiş projeler ver ortak kimlik vurgusu yapmış projeler seçmek istiyoruz. Bu yüzden beş dalda ödül vereceğiz: Müzecilik, süreli etkinlikler, arkeoloji, restorasyon, gösteri sanatları. İstanbul, İzmir, Ankara’dan ziyade merkez dışındaki yerlerdeki kültür birikimi ile bağlantı kurmak ve bunu gelecek kuşaklara aktarmak gibi bir beklentim var.
Bizim elimizde küresel bir kültür haritası var: Bu sene hangi bienaller var, hangi sergiler, hangi fuarlar var, hepsini kapsıyor. Bunların nereye gideceği, nerede kalacakları, nerede yiyip içecekleri belli… Bu bir pazarlama sitemi. İnsana yenilik sunma kisvesi altında bir muhafazarlık sunuluyor. Özgünlük adı altında insanın bu kadar kısıtlanması yazık diye düşünüyorum. Alternatif projeler, entelektüel hayat için ve sanat izleyicisi için gerekli ve kaçınılmaz. Bunların çoğalmasını temenni ediyorum.
Finansın, dolayısıyla da sanat piyasasasının merkezi ABD’ye kaydıkça, sanat anlayışı da daha Amerikanvari oldu. Emek ve entelektüel birikimden çok pazarlamanın öne çıktığı bir dönemdeyiz sanatta. Dolayısıyla kalpten birşey yapmak isteyen, çok da kaynağı olmayan çekinik kalıyor. Başından beri devletten maddi hiçbir destek almadı Baksı Müzesi ve buna rağmen 20 yılı deviriyor. Hem kişisel hem profesyonel olarak ne tavsiye verirsiniz cesaret toplamak için bekleyenlere?
Ben özgün olmayı çok önemsiyorum. Kendine ait olma meselesini… Bizde alışkanlık, batıdan bir örneğe tutunup onu burada gerçekleştirmeye çalıştırmak. Kaliteli de olsa batıdan birşeyin alınıp burada taklit ediliyor olması bir şansızlık. Bu coğrafyada bulunan büyük derinlikten özgün işler çıkmalı. Galericiler de, sanat simsarları da, sanat eleştirmenleri de böyle yapmalı.
Kendi olan, kendi özerkliğine sahip olan bireylerin olması gerek. Bu bireylerin paraya da çok zaafı olmamalı. Birşeyi pazarlamak için yapıyorsanız orada bir şaibe oluyor. Küratörler de bu işi çok omurgalı yapmıyorlar açıkçası. Dolayısıyla sanatçılar, bu pazarlama endişesiyle üretim yapmaya yatkın oluyorlar maalesef.
Pazarın dışında bir ada lazım. Tarihi, coğrafyayı, çağı birleştiren özgün arayışların yükselmesi gerek. Özgün arayışların yükselmesi ile sanatın tıkanması aşılabilir.
Bu yazı, Milliyet Sanat Eylül 2020 sayısında yayımlanmıştır.